Yandex
31 Mart 2025 Pazartesi
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Birlik olamayan birlik: Avrupa Birliği

Ali Rıza Taşdelen

Ali Rıza Taşdelen

Gazete Yazarı

A+ A-

Genel olarak Batı özel olarak da Avrupa; dünyada “demokrasinin beşiği”, “özgür”, “eşitlikçi”, ”sosyal refahın olduğu” ülkelerden oluşan bir kıta olarak gösterildi. ABD de öyle. Son zamanlarda, bizzat Avrupa basınında ve Avrupalı liderlerin ağzından “Batı uygarlığı çöktü”, “Batı uygarlığının sonuna gelindi” gibi ve buna benzer değerlendirmelere tanık olduk ve olmaya devam ediyoruz. Gerçek hiç de öyle değildi. Batılı emperyalistler sömürgeci, işgalci, soykırımcı ve saldırganlıklarıyla Afrika, Asya ve Latin Amerika’da milyonların kanını döktü, yer altı ve üstü kaynaklarını tarumar etti.

Burjuva Demokratik Devrimleriyle, özellikle Büyük Fransız Devrimi ile insanlığın kazandığı burjuva demokratik değerler çok geride ve tarihte kalmıştı. Bu devrimlerle ortaya çıkan ulus devletlerin uyguladığı serbest rekabetçi kapitalizmin tekelleşmesi ve 19. yüzyılın sonunda emperyalist bir karakter kazanmasıyla birlikte yeni bir döneme girildi.

20. yüzyıl iki dünya savaşı gördü. Bu savaşlar dünyayı paylaşmanın ve yeniden paylaşmanın ürünleriydi. Her iki savaş da Avrupa’da yaşandı. Yani ‘uygarlığın merkezi olarak bilinen’ Avrupa’da. Bu savaşlar on milyonlarca insanın ölümüne ve büyük yıkımlara yol açtı.

Her iki savaşta da Atlantik ötesinde bulunan ABD bir zarar görmediği gibi kazançlı çıktı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yı denetim altına alan bir güce kavuştu. Avrupa harap durumdaydı. Marshall Planı, NATO ve gladyo örgütlenmeleriyle Avrupa’yı şekillendirme ve denetim altına alma stratejisi izledi.

AVRUPA BİRLİĞİ'NDE ANTLAŞMA ENFLASYONU

Avrupa yüzyıllarca, sık sık yaşanan kanlı savaşlara sahne oldu. 1870-1945 yılları arasında Fransa ve Almanya üç kez savaştılar. Bu savaşlarda birçok insan yaşamını kaybetti. Bu felaketler üzerine bazı Avrupalı lider ve düşünürleri, barışın sürdürülebilmesinin tek yolunun, ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesi olduğu fikrine vardılar.

Soğuk Savaş döneminde ABD ile SSCB arasında sıkışıp kalan Avrupa kendi arasında bir Birlik oluşturma çabası içindeydi. Avrupa Birliği’nin (AB) kuruluşundan bu yana yaptıkları antlaşmalar değişen dünya şartlarında aşındı ve uygulanamaz oldu.1951 Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Kuruluş Antlaşması (Paris Antlaşması), 1957 Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Kuruluş Antlaşması (Roma Antlaşmaları) yapıldı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra 1990’da iki Almanya’nın birleşmesi, Doğu Avrupa ülkelerinin bağımsız devletler olarak ortaya çıkması yeni bir antlaşmayı gündeme getirdi. 1992’de Avrupa Birliği Maastricht Antlaşması yürürlüğe girdi. Ama 1997’de Amsterdam Antlaşması ve 2001 yılında Nice Antlaşmasının yapılmasına ihtiyaç duyuldu.

Birlik olamayan birlik: Avrupa Birliği - Resim : 1

AVRUPALILAR AB ANAYASASINA HAYIR DEDİ

50 yıl sonra birbiri ardına çöp olan bu antlaşmaları tek bir belgede toplayacak Avrupa Birliği Anayasası hazırlanmasını öngören yeni bir antlaşma 2004 yılında Roma’da imzalandı. Hazırlanan AB Anayasası 2005 yılında üye ülkelerde referanduma sunuldu. Kabul edilmesi için tüm üye ülkelerin “Evet” demesi gerekiyordu. Fransızlar, Avrupa projesinin liberal bir sermaye Avrupası olmasının yanında, ulusal egemenliği ve ulusal kimliği de yok etmeye yönelik bir Anayasa olduğu için “Hayır” demişlerdi. Hollanda da “Hayır” dedi ve Anayasa kabul edilmedi.

Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, anayasasız kalan AB’nin bu sorununu çözmek için kollarını sıvası. 2009 yılında AB Anayasası’nın yerine gündeme getirdiği “Basitleştirilmiş Avrupa Antlaşması - Le Traité Européen Simplifée” diğer adıyla Lizbon Antlaşması’nın kabul edilmesini sağladı. Bu kez AB işi sağlama almış, referanduma gidilmemiş ve Antlaşma parlamentolarda oylanarak yürürlüğe girmişti.

Fakat anayasada öngörülen AB bayrağı, milli marş ve semboller Lizbon Anlaşması’nda yer almamıştı. Sözüm ona Avrupa’da yükselen milliyetçiliğe karşı ulusal hassasiyetler “dikkate alınmıştı”. Amaç 2005 AB Anayasası referandumunda küreselleşmeye karşı yükselen egemenlikçi hareketlerin önünü kesmekti.

ORTAK POLİTİKALAR VE DEĞERLER OLUŞTURAMADILAR

Lizbon Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte Avrupa Topluluğu olan Birliğin adı Avrupa Birliği olarak değiştirildi. 1992 Maastricht Anlaşmasını da içeren Lizbon Antlaşması üç ayak üzerine kuruldu.

Birincisi: Gümrük Birliği, Ortak Tarım Politikası, ekonomik ve parasal birlik, AB vatandaşlığı, eğitim, kültür, sağlık hizmetleri, sosyal politikalar, göç politikası ve Schengen Anlaşması.

İkincisi: Ortak dışişleri ve güvenlik politikası.

Üçüncüsü: Güvenlik güçleri ve adalet alanında iş birliği.

Birliğin, son 32 yılda bu politikaların hangilerini gerçekleştirdiği ve hangilerini gerçekleştiremediği çok kapsamlı bir değerlendirme konusu.

Bu süre içinde kavga dövüş ile yürüyen Ortak Tarım Politikası oluşturuldu. Ortak Para Birimi avroya geçildi ama izlenen ekonomik programlarla Euro Bölgesi sürekli bir kriz içinde oldu. Schengen Anlaşması konusundaki anlaşmazlıklar ise devam ediyor. Başta AB’nin motor ülkeleri Fransa ve Almanya olmak üzere Birlik üyeleri arasında özellikle ortak bir dış politika, ortak ordu, eğitim, kültür, sağlık hizmetleri, sosyal politikalar ve göç politikası oluşturulamadı. Güvenlik güçleri ve adalet alanında iş birliği konusunda da ileri bir adım atılamadı.

Birlik olamayan birlik: Avrupa Birliği - Resim : 2

ABD’NİN PEŞİNE TAKILMANIN, NATO’DA BULUNMANIN BEDELİNİ ÖDÜYORLAR

Atlantik cephesinin Avrupa’daki koç başı Macron’un “Özerk Avrupa”, “Ortak savunma ve ortak ordu”, “NATO’nun beyin ölümü” gibi çıkışları bir sonuç vermedi ve Macron’un kaprisleri olarak kaldı. AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası geliştirememesinin en büyük nedeni Atlantik’ten kopamamaları ve Avrupa’nın savunmasını NATO’ya teslim etmesinden kaynaklanmaktaydı.

ABD’nin Avrupa’daki takipçilerinin içine düştükleri ekonomik ve mali krizi aşmanın yolu olarak yayılmacılığı, işgal ve savaş politikalarını uyguluyorlardı. Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Afrika’daki saldırılar bunun örneği. Avrupa’nın bugün yaşadığı ekonomik ve siyasi krizleri tetikleyen ise ABD’nin NATO’yu doğuya doğru genişletmesi ve Rusya’yı kuşatma planının bir parçası olmasıdır. Rusya’ya uygulanan yaptırımların Rusya’nın gaz musluklarını kapatmasıyla içine girdiği enerji krizi ülke ekonomilerini iflasın eşiğine getirmiştir.

KÜRESELLEŞMENİN GİRDABINDA BOĞULUYORLAR

Avrupa Birliği’nin (AB) inşa süreci aynı zamanda ABD’nin dayattığı küreselleşmeyle birlikte neoliberalizmin bu yaşlı kıtaya yerleşme sürecidir. Avrupa devletlerinin dinamiklerinin, sosyal yapısının, egemenliğinin zayıflatıldığı bir süreçtir aynı zamanda. Bu süreç içerisinde küreselleşmecilerle ulusal egemenlikçiler ayrıştılar karşı karşıya geldiler. AB; demokrasi, insan hakları gibi hümanist söylemlerle öylesine pazarlandı ki, o içinde birazcık solculuk kalan partileri, grupları ve “aydınları” da arkasından sürükledi götürdü. Bazıları orta yolcu bir tutum izleyerek “sosyal bir Avrupa”nın hayalini kurdular.

Bunlar da hayal kırıklığına uğradılar; Neoliberal politikaların yıkımı ağır oldu, işsizlik, yoksulluk, başta sağlık olmak üzere sosyal hakların tırpanlanması, emeklilerin çoğunluğunun neredeyse açlığa mahkûm edilmesi ve sendikaların küçülmesine yol açtı. 1945 sonrası ülkeye kazandırılan kamu işletmelerinin özelleştirmesine, sermayenin kaçıp ucuz işgücünün olduğu ülkelere yerleşmesine, büyümeyen ve daralan ekonominin faturasının emekçilere kesilerek sosyal hakların tırpanlanmasına yol açmıştı.

KÜRESELLEŞMENİN İFLASI VE MİLLİYETÇİLER

2016 Kasım’ında Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte, küreselleşmenin yarattığı sonuçlar, iflası hatta çöküşü dünya kamuoyunun merkezine oturdu. Aslında 20 yıldır Batı’nın gündeminde olan bir konuydu. Trump’ın seçilmesiyle birlikte, sistemin sahipleri de “Kralın çıplak” olduğunu görmeye başlamıştı. Küreselleşmeye neredeyse toplumun her kesiminden hatta hükümetlerden karşı sesler yükselmeye başlamıştı. Bugün olduğu gibi Trump 2016’da da küreselcilere karşı tutumu ile seçimi kazanmıştı. Amerikan halkının orta sınıfları ve yoksulları yani 30 yıllık küreselleşmenin neo-liberal politikasının sistemin dışına ittiği insanlar Trump’ın şahsında sisteme başkaldırmış ve bir milyardere oy vermişlerdi. Bugün de Avrupa’daki milliyetçi yükselişin nedeni küreselleşme ve neoliberal programların ülkelerde yarattığı yıkımdır.

Küreselci ve Atlantikçi politikaların savunucusu dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sosyal demokrat François Hollande “Korumacılığa, yalnızlaşmaya, aşırıcılığa ve milliyetçiliğe karşı” olduğunu söylemişti. Le Monde gazetesi, Hollande’ın “ABD Başkanı Trump ve Fransa’da Milli Cephe lideri Marine Le Pen’i hedef aldığı” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Küreselleşmenin ve Avrupa Birliği’nin yıkıma uğrattığı milli egemenlik ve kimlik sorununa, asalak sermaye büyürken halkın yoksullaşmasına sol bir çare üretememiştir. Veya ikinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da devrimci sol oluşmamıştır.

Devrimci solun savunması gereken bu değerlere ilginç bir şekilde milliyetçiler sahip çıkmıştır. Bunun için bu partiler büyümektedirler. Bunun için Fransa’da daha önceden Komünist Parti’nin en çok oy aldığı bölgelerde bugün Le Pen’in partisi güçlüdür. Bunun için Doğu Almanya’da Almanya Alternatif Partisi (AfD) daha çok oy almaktadır.

‘AVRUPA BİRLİĞİ YENİDEN İNŞA EDİLMELİDİR’

Fransa’yı De Gaulle’cü gelenekten koparan ve ABD’nin peşine takan Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (2007-2012) 18 Mayıs 2017’de Le Monde gazetesine önemli açıklamalarda bulundu. Sarkozy, “Avrupa’da liderliğin olmadığını, Schengen Anlaşmasının öldüğünü, Avrupa Birliği’nin yeniden inşa edilmesi gerektiğini ve Fransa’nın yeni bir AB antlaşmasının yapılmasına önderlik etmesi gerektiğini” savundu. Halbuki kendisinin önderlik ettiği Lizbon Antlaşmasının kabul edilmesinden sadece 8 yıl geçmişti. AB’nin her alana burnunu soktuğunu belirten Sarkozy, “AB’nin iç pazarın düzenlemesi, tarım, enerji, ticaret... gibi konularla ilgilenmesi diğer alanları üye ülkelerin egemenliklerine bırakması gerektiğini” ifade ediyordu.

Atlantik ile Asya arasına sıkışan Avrupa manzarası devam ediyor. Asya’ya yönelemeyen Avrupa, Atlantik’in derin sularında boğulacaktır. Atlantik, NATO’suyla diğer kurumlarıyla dağılmaktadır. Çünkü Asya’da yeni bir dünya doğmaktadır. Üretim oradadır, ekonomik gelişme oradadır, paylaşma oradadır.

Bugün de çok güvendikleri ve peşinden gittikleri Amerika’nın başındaki Trump Avrupa’yı Ukrayna savaşında yalnız bırakmış ve bir ticaret savaşı başlatmıştır. Avrupa artık bir yol ayrımındadır. İçine düştükleri derin ekonomik krizden çıkmalarının tek yolu yönlerini Asya’ya dönmeleri Rusya ve Çin ile var olan ilişkilerini daha da geliştirmelidir.

‘Küreselleşme ve Kapitalizmin Sosyal Sefaleti

29 yıl önce Teori Dergisinin Ağustos 1996 tarihli sayısındaki yazımın başlığı; “Küreselleşme ve Kapitalizmin Sosyal Sefaleti”ydi. Küreselleşmenin 90’larda koronavirüs salgını gibi hızla yükseldiği dönemdeki değerlendirmem:

Birlik olamayan birlik: Avrupa Birliği - Resim : 3

“Dünya kapitalist sisteminin, 1970’li yıllarda içine düştüğü krizden kurtulmasının yolu olarak ortaya atılan neoliberal düşünce, küreselleşme projesi ile, İkinci Dünya Savaş’ından sonra dünyada oluşan, sosyal ve politik dengeleri altüst etmişti.1980’li yıllardan günümüze kadar inanılmaz boyutlara ulaşan uluslararası sermayenin saldırısını kapitalist ülkelerin emekçi sınıfları da günlük yaşamlarında hissetmeye başmamıştı.1945-1975 döneminde kapitalist dünyada oluşan “sosyal refah devleti”, “korumacı devlet” (L'État-providence) küreselleşme hareketinin saldırısına uğradı.

Neoliberaller, krizin nedeni olarak devletin ekonomiye müdahalesini gösterdiler. Bu çevrelere göre, devlet yüksek maliyetlerle ve verimsiz çalışıyordu. Krizi önce hisseden kapitalistler kâr oranını yükseltmek yönünde taleplerini şöyle formüle ettiler: patronların vergilerinin azaltılması, ücretlerin düşürülmesi, devlet harcamalarının sermaye yararına yönlendirilmesi ve sermayenin önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıydı. Devletin öncelikle sosyal programlarını tasfiye etmesi, işçileri disipline sokması ve ekonomi politikasını sermayenin istekleri yönünde saptaması gerekiyordu. En önemli silahlarından biri de özelleştirmelerdi. Ulusal devletlere önemli bir politik ve ekonomik manevra olanağı sağlayan kamu teşekkülleri, uluslararası sermayenin baş hedefi durumundaydı. İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa’da yaşanan sosyal refah devleti oluşumu, 1980’lerin ortasında neoliberalizmin saldırısına uğradı.

Küreselleşme girdabının içine çekilen tüm ülkelerde bu politikalar uygulanmaya kondu. Uluslararası sermayenin bu saldırılarının ezilen dünyada yarattığı yıkım ve yoksulluk ve ulus devletlerin yok edilmesi bilinen bir gereçtir. Fakat aynı zamanda, küreselleşmenin bizzat emperyalist kapitalist ülkelerde de toplumsal sonuçları oldu. Avrupa ülkeleri bunların dışında kalamazdı.”

Avrupa Birliği