Bitlis’te kanton mu kuruldu?
Tunceli belediyesinin Dersim kararı Bitlis belediyesini yöneten kafa yapısında büyük memnuniyet yaratmış olmalı. Çünkü hiç gecikmeden Bitlis’i Said-i Nursi’nin memleketi ilan eden tabelayı sipariş ettiklerini açıkladılar.
Bitlis belediyesi, sahip olduğu doğal güzellikler ve medeniyet mirası ile övünmeyi yeterli bulmamış. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı sabit olan Said-i Nursi’yi dünyaya açılmanın penceresi olarak görmeyi seçmiş. Üstelik Bitlis ilimize gelen yabancı turist sayısı yılda birkaç bini geçmediği halde bir de İngilizce tabela asma kararı almışlar. Burası Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında, kendini yöneten bir kanton mudur? O İngilizce tabela, Bitlis belediye yönetiminin, Cumhuriyet’in kurucu değerleri ile bağdaşmayan kendine ait siyasal ve kültürel referansları vardır mesajını “batılı dostlarına” vermek için mi yazılıyor?
Bitlis belediyesinin aldığı rezil karar, Ak Parti’nin bagajındaki ağırlıklardan biri. Bir taraftan milleti birleştirmeyi gerektiren tehditlere haklı olarak vurgu yaparken, diğer taraftan milleti bölen dinci-yobaz simgelerle konuşmaya kalkmak, kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir anlama gelmiyor. Şöyle de söylenebilir: Bitlis belediye başkanı, Türkiye ittifakı çağrısı yapan Erdoğan yönetimini arkasından vurmuştur. Çünkü tehditlerle karşı karşıya olan bir millet ortak simgeler etrafında birleştirilebilir. Oysa Türk milleti Said-i Nursi etrafında birleşmez. Daha da ötesi, Said-i Nursi, Türk milleti içindeki “renklerden” biri bile değildir. Aksine, Türk milletinin kendisini dünyaya bağımsız ve egemen bir özne olarak kabul ettirmesinin önündeki engellerden biridir. İçindeki Said-i Nursi’lerinden kurtulamayan bir toplum, kendisini millet olarak örgütleyemez. Türkiye’nin modern muhafazakâr, mütedeyyin yurttaşlarının ve o yurttaşları temsil iddiasında olan siyasal çevrelerin kendi tarihsel mirasları üzerine yeniden düşünmesi gerekiyor. Aksi halde Cumhuriyet’e karşı feodal kurum ve ilişkileri savunan isyanlarda kendi “komünizmleri” için dayanak arayan solcuların durumuna düşmek kaçınılmaz olur.
Millet, modern bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak feodalizmin, içine kapalı ekonomik yapısının tasfiye edilmesi sürecinde, yeni ekonomik süreçlerin tamamlayıcısı olarak ortaya çıktı. Bir toplumun kendisini etnik gruplar, mezhepler, hemşehrilik ağları vb. biçiminde örgütlenmekten çıkarıp, yurttaşlık kimliği etrafında kaynaşma ve bütünleşme sürecine milletleşme diyoruz. Bu sürecin ilerlemesi, toplumun içindeki kompartımanlaştırıcı ve bütünleşmeyi engelleyici feodal kurum ve ilişkilerden kurtulmasıyla mümkün olabiliyor. Bu açıdan bakıldığında Said-i Nursilerin temsil ettiği ilişkiler, kula kulluk ilişkileri olması nedeniyle hem milletleşme ile hem Cumhuriyet rejiminin doğası ile hem de demokratik yönetim biçiminin gerektirdiği yurttaşlık ile esastan çelişiyor.
Nur risalelerinin dilinin son derece bozuk olduğu, Said-i Nursi’nin müritleri tarafından da kabul edilir. Ancak bu anlaşılmaz dilin dahi bir “keramet” olduğu ve müritlerden, anlamasalar bile iman etmeleri istenir. Aşağı yukarı bütün tarikatlarda karşımıza çıkan bu beklenti, toplumsal ilişkiler düzeyinde kula kulluk kültürünün en önemli önkabullerinden birini oluşturur. Çünkü siz anlamıyorsanız da anlayanlar (mürşidler) vardır. Size düşen anlayanların “yap” dediğini yapmaktır. Bu yapısal özelliği nedeniyle Said-i Nursi’nin Cumhuriyet prensibine ve onun kurucu önderi Atatürk’e düşmanlığı kişisel bir anlaşmazlıktan doğmaz. Cumhuriyetçilik ile tarikatçılık toplumsal ve kültürel ilişkiler düzeyinde uzlaşmaz çelişkileri temsil ederler. Bir tarafta kendi kendini yönetme kapasitesine sahip, akılcı, fikri ve vicdanı hür yurttaşlar toplumu; diğer tarafta anlamadığına iman eden ve anlayanların kuluna dönüşmüş kalabalıklar modellenir. Bu nedenle Bitlis belediyesi aldığı Said-i Nursi kararıyla, tıpkı Tunceli belediyesi gibi, bir irade beyanında bulunuyor. Cumhuriyet’i tanımadığını, yurttaşlık ve özgür irade prensiplerine karşı bayrak açtığını bildiriyor.
Hiç kimse Said-i Nursi’nin Bitlis’in yetiştirdiği bir “değer” olduğu türünden zırvalara sığınmaya kalkışmasın. Bütün simgeler tarihsel ve toplumsal koşullarla ilişkilidirler. Hitler’i Almanya’nın yetiştirdiği bir “değer” olarak görmeye kalkan bir Alman övüneyim derken nasıl insanlığa karşı suçların destekçiliğine yuvarlanırsa, kula kulluk kültürünün temsilcilerini ve Cumhuriyet düşmanlığını bir “değer” olarak görenler de, Türk milletinin bağımsız ve egemen yaşama iradesine düşmanlık saflarına öyle yuvarlanırlar.