Bizden başka herkes sahip çıkıyor
14 Kasım 1914 bilindiği gibi Türk sinemasının doğum günü olarak kabul görüyor ve her yıl bu doğum günü, birkaç kuruluş tarafından, sessiz sedasız, laf olsun anlayışıyla, az katılımlı, göstermelik etkinliklerle kutlanmaya çalışılıyor. Hatta kimi yıllarda bu tarih unutulup, kutlanma gereksinimi bile duyulmuyor. Üstelik bu kutlamaların tarihi pek eskilere de gitmiyor. Sonradan oluşturulan, tartışmalı bir tarih. Ama kimsenin umurunda da değil. Ha birkaç yıl önce olmuş, ha birkaç yıl sonra, ne fark eder ki?
Türk sinemasının 100. yılı mı?
Aslında çok şey fark eder. Etmelidir de...Ülkemizde yüzün üzerindeki üniversitede sinema üzerine eğitim veren bir o kadar bölüm var. Ve tabii bu bölümlerin de hocaları. Bugüne kadar içlerinden biri çıkıp da bu doğum tarihi üzerinde bir şeyler yazıp-çizmeye, ya da bir şeyler söylemeye kalkışmadı. Doğum gününü doğru olup olmadığı konusunda kuşkulanmadı, kuşkulansalar bile bu konu üzerinde bir araştırma yapmaya gerek duymadı. İçlerinden çok az bu konu üzerine eğildilerse de pek etkili olmayıp, işi oluruna bırakmayı tercih etti.
Bu yıl bilindiği gibi sinemamızın -alışılmış tarihe göre- 100 yılını kutluyoruz. Aslında kutlama filan da yok. Birkaç festival programlarına eskisinden biraz daha fazla Türk filmi koyup, birçok kişiye de ödül vererek sözüm ona bunu kutluyormuş gibi gözüküyor. Festivallerin de bunu önemsediğini pek sanmıyorum.
Kültür Bakanlığına gelince o da, bu konu üzerinde hazırlıklar yapıyor. Sanırım ilerde bunlardan kaçının yaşama geçirileceğini, kaçının gerçekten yüzüncü yıla yakışır, kalıcı bir eser ya da kurum olduğunu göreceğiz.
Türkiye’deki sinemanın öncüleri
Ama Türk sinemasının yüzüncü yılını kutladığımız bu yıl içinde, iki büyük festivalimiz (Antalya ve İstanbul) özel olarak programlarına bir etkinliği dahil etti. Bu etkinlik; Sultan Reşat’ın 6-26 Haziran 1911 yılında yaptığı Rumeli Seyahatini ölümsüzleştiren Manaki Kardeşler’in filmleri ve bu filmler üzerine yapılan panel-konuşmalardı.
Balkanların ilk sinemacıları olarak kabul gören Manaki Kardeşler, kimilerine göre Yunan, kimilerine göre Makedon, kimilerine göre Ulah ya da Romanyalı olarak tanımlanıyor. Bir biz ona sahip çıkmıyoruz. Oysaki Türkiye’deki sinemanın ilk öncüleri onlardır. Osmanlı sınırları içinde Osmanlı tebaası olarak yaşayıp filmlerini çekmişler, ve çektikleri her bir şeyin altına da Türkiye ibaresini yazmışlardır. Ayrıca, bugün Makedonya Film Arşivi’nde bulunan Manaki Kardeşlerin 1907 ile 1926 yılları arasında çektikleri tüm filmleri muhafaza eden -o günlerden kalma- kutunun üzerindeki etikette Türkiye ibaresi yer almaktadır. Ama, bu günlerde yüzüncü yılını kutlamamıza neden olan ve resmi bir kurumun arşivinde bulunan Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filminin adı yazılan kutunun içi ise yıllar yılı boştur. Yani kutusu vardır filmi yoktur. Bugüne dek de bu filmi görene rastlanmamıştır.
İki resmi kuruluş... İki kutu... Biri dolu biri boş... Üstelik dolu olanın tarihi 1907, boş olanın tarihi ise 1911... 1907’dekini herkes izledi, 1914’dekini ise bugüne dek izleyene hiç rastlanmadı. Üzerinde Türkiye yazılı eski kutuya bizim haricimizde tüm Balkan ülkeleri sahip çıkarken biz, kutunun içinde hiçbir zaman olmayan (ya da çekilmeyen, çekilip de kaybolan, çalınan, yanan, bilinmeyen, üstelik ilkine göre daha geç tarihli olan vs. vs...) bir filmle yüzüncü yılımızı kutuluyoruz.
Bu durum karşısında nice yüzüncü yıllara demekten başka elden ne gelir?