Bizi affet Sülün Osman...!
Biliyorum “Geç kalan teselli idamdan sonraki affa benzer...” diyeceksin...
Olsun ... Sen yine de bizi affet...
Az günahına girmedik... Gerçi sen de bi günah sayılmazsın ya...
Olsun... Sen yine de bizi affet...
Zaman değişti Sülün Osman... Bildiğin gibi değil... Günümüzde yapılanların yanında seninkiler İstanbul’un tarihi yapılarına bir saygı duruşu bile sayılır... Senden sonra ne satanı oldu ne de alıcısı... Günümüzde ihalelerle yapıyorlar benzer işleri... Alan da memnun, satan da...
Biliyorum, hayatının bir kısmı köprü üstünde keriz avlamakta, kalanı ise nezarette geçti... Sansaryan Han’ın tabutluğunda yediğin dayaklar da çabası... Ancak yine de kentin paha biçilmez değerlerini ufak bir ücret karşılığında pazarlamaktan geri kalmadın...
“Hakim Bey ben yalnızca beni dolandırmak isteyenleri dolandırdım;” sözün günümüzde neredeyse bir bilgi sözü değerinde değerlerin en yücesi oldu... İnan hiç de haksız sayılmazdın. Koskoca Galata Köprüsü ile Dolmabahçe saat kulesini o paraya kimler almazdı ki? Ancak sen onları değil de, onlar seni buldu...
Turgut Özal’a “Oğlum, köprüleri satışa çıkarırken bir de bana danışsaydın” deyişindeki babalığını da unutmak kolay değil... Mesleğine hep saygı (!) duyulmasını istedin. Yalnızca kendini değil, onca polis dayağı yemene rağmen vatan-milleti de düşünür, her ne kadar “her şeyi ülkem için yaptım” demesen de yapabileceğine her eyleminle inandırırdın.
Oysaki sen hem haddini hem de sınırlarını çok iyi bildin... İstanbul’un dışına hiç çıkmayıp, yalnızca Galata Köprüsü ile Beyazıt kimi zaman Taksim ile Dolmabahçe dolaylarında bazen de Kapalıçarşı kuyumcuları önünde dolaşarak taşı toprağa altındır diyerek kırsal kesimden büyük kente adım atanlara bu güzelim kentin tarihi değerlerini tanıtım için rehberlik ettin. Gerçi her yakalandığında “Şeytan kandırdı” deyip Şeytan’a iftira atsan da bu tür olaylarda Şeytanın bi günah olduğunu sen de bilirdin. Günahı boynuma, ışıklar içinde yattığını pek sanmıyorum ama, inan günümüzdekilerin karanlıkta bile yatacakları yer yok.
Kimbilir kulakların ne kadar da çok çınlıyordur... İnan seni anmadığımız tek günümüz bile geçmiyor bu coğrafyada... “Şimdi...” diyoruz “Sülün Osman olsa, o bile utanıp, insafa gelir, bu kadarını yapamazdı” diye her daim hakkını verip, neredeyse senden helallik diliyoruz. İnan dediğin çıktı... Dolandırıcılardan daha çok, dolandıranları dolandıranlar türeyerek her bir yanımızı sardı. Senin anlayacağın işler öylesine karıştı ki ”kimin eli kimin cebinde”yi bırak bir yana, dolandıranla dolandırılanların bile kimler olduğunu pek anlayamıyoruz. Günlerdir; dolandırıcı mı dolandırmış, yoksa dolandırılanlar mı dolandırıcıları dolandırmış deyip duruyoruz...
Bizi affet Sülün Osman... Oysaki sen; İstanbul’un yokluklar içindeki masumiyet çağının bir rengi, bir sesi, dahası unutulmaz ve de uslanmaz ve de bir o kadar yaramaz sevimli bir hemşerisiydin...
Belki inanmayacaksın ama, senin o ufak tefek, İstanbul’un demirbaşlarını satar gibi olmanı bile arar olduk