Bizi bu zilletten ‘Asım'ın nesli’ kurtarır
Önceki gün Erzurum'da İmam Hatip Mezunları Derneği'nin düzenlediği 'Gençlik Şöleni'nde konuşan Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, "Mehmet Akif'in, Necip Fazıl'ın işaret ettiği gibi uyuşuk, mıymıntı bir nesil olmayacağız kardeşlerim. Hurda nesil olmayacağız. Diriliş nesli olacağız arkadaşlarım" dedi.
Bilal, aynı konuşmasında “Bizim misyonumuz, Müslümanların misyonu, bu ümmetin misyonu, Müslüman gibi yaşamaksa dünyada haksızlığın olduğu zulmün olduğu her yerde dimdik durmaksa eğer inisiyatif alacağız, cesur olacağız. Bizden önceki nesillerin cesaret edemedikleri işlere cesaret edeceğiz” diyor.
Haksızlık ve zulme karşı değil ama ortak olurken dimdik durduğunuzdan şüphe yok. Hitap ettiğin İmam Hatipliler mesela. Bir dönemin “mağduları”. Mağduriyet nedir görmemiş, zulme uğramamış bir harekete yapılan en büyük "zulüm", bütün meslek liselerine uygulanan ‘katsayı’ idi. Bu mağduriyet hikayesi birden tersine döndü ki ne dönüş. Şimdi İmam Hatip’li olmayana bırakın katsayıyı, okuma imkanı bile verilmiyor. Normal liselerin hali perişanken; üniversite kampüsleri gibi İmam Hatip liseleri açılıyor. FETÖ’den ele geçirilen lüks okullar sadece İmam Hatip’e çevriliyor. Yine de istedikleri ilgiyi göremeyince en köklü okulların öğretmenleri “proje” uygulamarla İmam Hatip’lere zorla atanıyor.
İmam Hatip örneği haksızlıklar silsilesinden basit bir örnek. Gerisi saymakla bitmeyeceğinden şu Bilal’in tarif ettiği “nesli” inceleyelim.
ÜSTADI NECİP FAZIL OLANIN
“Mıymıntı nesil olmayacağız” diyor Bilal. “Mehmet Akif’in, Necip Fazıl’ın işaret ettiği gibi” diyor.
Necip Fazıl’a lafımız yok. Daha iyi bir rehberiniz olamazdı. Dininin değil ama kininin davacısı olan bir nesil yetiştiriyorsunuz. Ne diyordu eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı:
“Üstada karşı sorumluluğumuz ve borcumuz çok büyüktür… İnşallah 10 yıldır özellikle sosyal bilimler liselerimizde, imam-hatip liselerimizde üstadın beklediği, özlediği gençliğin mayasının tutmakta olduğunu ama bunun da kâfi olmadığını, bütün eğitim sistemimizin üstadın özlediği Türkiye’ye yakışan gençleri yetiştirmeye vâkıf olması gerektiğini bilerek çalıştığımızı bilmenizi isterim.”
Mehmet Akif’in hayalini kurduğu neslin ne Necip Fazıl’ın ne de Erdoğanların amacıyla alakası yoktur. Varsın hayalini kursunlar. Akif’in de dediği gibi:
“Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?”
İnsanlıktan nasipsiz, dinini şeklen yaşayan, kin tutması öğütlenmiş nesliniz ortada. Tıpkı çöken Osmanlı gibi. Nasıl anlatmıştı Akif o günleri:
“Hoca, mâdem ki bu din: Dîn-i beşer, dîn-i hayât,
Beşerin hakka refîk olmak için vicdânı,
Beşeriyyetle berâber yürümektir şânı.
Yürümez dersen eğer, rûhu gider İslâm’ın;
O yürür, sen yürümezsen, ne olur encâmın?”
Akif’in özlediği nesil, zulme karşıdır. İstibdat’a baş kaldırır. Hem 2. Abdülhamitçilik yapıp hem Akif’ten bahsetmek cahillik değilse sahtekarlıktır.
“Asım’ın nesli” dinini yaşar, zalime uşaklık yapmaz.
Yıllarca yalan yanlış gevelediler “Asım’ın nesli” diye. Şimdi Erdoğanların değil Akif’in dilinden görelim “Asım’ın nesli”ni.
'ASIM'IN NESLİ DİYORDUM YA... NESİLMİŞ GERÇEK
İŞTE ÇİĞNETMEDİ NAMUSUNU ÇİĞNETMEYECEK'
Asım, Safahat’ın altıncı kitabıdır. Manzum hikaye tarzında, konuşma üslubuyla kaleme alınmıştır. Kitapın büyük bölümü “Köse İmam” ve “Hocazade” arasındaki diyaloglarla geçer. “Hocazade”, Mehmet Akif’in kendisidir. “Köse İmam” Ali Şevket Hoca’dır. Asım ise Köse İmam’ın oğlu. Köse İmam şikayetçidir oğlundan ve kaygılıdır gelecekten. Hocazade ise kendi oğlu gibi sever Asım’ı ve istikbâli onun neslinde bulur.
Akif, Asım’ı ve arkadaşlarını babasına şu sözlerle över:
Çocuklar koşuyor, aç çıplak,
Cebheden cebheye arslan gibi hiç durmayarak.
Yine vardır bir ölüm korkusu arslanda bile;
Yüzgöz olmuş bu çocuklar ölümün şahsıyle!
Cebhenin her biri bir kıt’ada, etrâfı deniz;
Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var, ne de iz.
Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı,
Yalnayak Kafkas’ı tutmak, baş açık Sînâ’yı!
Yapılır zannediyorsan, bakalım, sen de soyun…
Kıt’a kapmak, köşe kapmak değil artık bu oyun.
Bu mısraların ardından Mehmet Akif’in “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi” mısralarından hatırlayacağımız “Çanakkale şehitlerine” diye bilinen şiiri gelir.
“Asım’ın nesli” ömür boyu cepheden cepheye koşarken, biri çürük raporu alan öteki bedelli askerlik yapan biraderler kimin neslidir.
Askerliğini bile parayla yapanlar, neyin direnişini yapacaklar.
“Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter!
Bin çalış gâyen için, bir kazan ömründe yeter.”
Bu mısralar da “Asım”dan. Bırak bin çalışıp bir kazanmayı, bir çalışmadan bin kazandınız. En son kaçıncı “gemiciği” filoya kattınız saymayı bıraktık. Önemi de yok. Zaten sizin saraylarınız, gemicikleriniz için can verecek bir tane Mehmetçik de yok.
Asım’ın nesli, padişahın saltanatı sürsün diye koşmadı cepheden cepheye.
İstibdat şiirinde 2. Abdülhamit için “Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e” der Akif, ama biz Asım’dan devam edelim:
Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,
Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,
Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr.
Sarmısak beynine etmez ki hakâik te´sîr.
Böyle ankâ gibi medlûlü yok esmâya kanar;
Adamın sabrı tükenmek değil, esmâsı yanar.
Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,
Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!
Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,
Bâri yirminci asırdan sıkıl artık hayvan!
'KAFES ARDINDA HANIMLAR GİBİ SAKLIYDI HAMİD'
Asım’ın kahramanlarından Köse İmam, 2. Abdülhamit devrinde sürgüne yollanır. Abdülhamit, Köse İmam ile Mandal Hoca’yı da yollamıştır sürgüne. İmam, sürgündeki yoldaşı Hoca Mandal’ın yaşadıklarını anlatır.
O sürgünde Hoca Mandal, İmam’a şöyle dert yanar:
Çoktan beridir vardı benim bir derdim:
Gideyim, zâlimi îkâz edeyim, isterdim.
O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mâni’ ne?
Giderim ben, diyerek, vardım onun câmi’ine.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;
O silâhşörler; o fesli herifler sayısız.
Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:
Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!
Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sorma.
Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,
Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?
Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek.
Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;
Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.
Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;
Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.
Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!..
Askerliği bedelli yapan, yolsuzluk operasyonun ertesi gün ‘arazi’ olan, makam ve mevkiyi kişisel çıkarlar için kullanan, en sonunda paraları sıfırlama ihtimali hep bulunan bir adam neyin direnişini yapacak.
15 Temmuz’da bu millet siz gemiciklerini rahat rahat yüzdürün diye mi can verdi sanıyorsunuz.
MİLLETİN İKBALİ İÇİN İLME DEĞER VERMELİ
“Asım”ın son kısmında Hocazade ile Asım arasında diyalog vardır.
Hocazâde Asım'ı karşısına alır, önce biraz edebiyattan konuşurlar. Sonra nasihatlerde bulunur.
Hocazade, Osmanlı’nın düştüğü durumu şu sözlerle anlatır:
Bizler, edvâr-ı fazîletleri cidden parlak,
Bir büyük milletin evlâdıyız, oğlum, ancak:
O fazîlet, son üç asrın yürüyen ilmiyle,
Birleşip gitmedi; battıkça da ümmet cehle,
Bünyevî kudreti günden güne meflûc olarak,
Bir düşüş düştü ki: Davransa da, sarsak sarsak...
Bilime değer vermeyen Osmanlı’nın hali perişandır. Hocazade, ayakları yere basan köklü bir devrim istemektedir.
“İnkılâp istiyorum ben de…” der ama “Bab-ı Alileri basmak, adam asmakla değil,
Çek bu işten bütün ihvanını, kendin de çekil.” diye nasihatte bulunur.
Bunun için Asım vakit kaybetmeden hemen Avrupa'ya tahsile gitmelidir. Doğuyu uyandırmak ve kalkındırmak için Avrupa'nın bilimini öğrenmelidir.
“Nerdesin hey gidi Berlin!” diyerek yollanınız.
Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek…
Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek!
Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz;
Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz!
Şark’ın âgûşu açıktır o zaman işte size;
Asım’ın cevabı nettir. “Yarın akşam gideriz” der.
Akif, batı hayranlığı, işbirlikçiliği yapmadan müspet (pozitif) ilimlerin önemini gösterir. Mürtecilerin bugün bile düşmanlık besledikleri bilimin, doğuyu ayağa kaldıracağını bilir.
Bu arada bizim Bilal de gitti okumaya, İtalya’ya…
Kara para aklama iddiasıyla dava açılınca, gizli saklı geri döndü yurduna.
Murat Şimşek
aydinlik.com.tr