26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Boğazdaki hasta adam’ (Kranker Mann am Bosporus)

Hakkı Keskin

Hakkı Keskin

Eski Yazar

A+ A-

‘Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde “Boğazdaki hasta adam” (Mann am Bosporus) ımı yapılırdı. Federal Parlamento tarafından haftalık yayınlanan Parlamento gazetesi, 27 Şubat 2017 tarihli sayısında aynı manşeti kullanıyor.

Cumhuriyet tarihimizde bu bir ilk. sayfalık gazetenin ve 46 sayfalık ekinin tamamı sadece Türkiye’ye ayrılmış bulunuyor. Neredeyse tüm medya’nın eleştirel olarak konusu Türkiye ve Erdoğan. İşte Türkiye’mizin getirildiği günümüzdeki durumu bu.

ALMANYA’YI AYAĞA KALDIRAN DENİZ YÜCEL OLAYI

Türk ve Alman vatandaşı olan Deniz Yücel, Almanya’nın etkin gazetelerinden Die Welt’in Türkiye muhabiridir. İki hafta gözaltında bulunan Yücel’in, Ağustos 2015’de PKK-Kandil lideri Cemil Bayık’la yaptığı mülakatla, ‘örgüt propagandası yapmak’ ve ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ iddialarıyla, mahkeme 28 Şubat 2017’de tutuklanmasına karar verdi. Yücel’in Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen e-postalarına yönelik haberlerinin de, bu kararın alınmasında etkin olduğu öne sürülüyor.

Yücel´in gözaltı olayı günlerdir Almanya kamuoyunda tartışılmaktaydı. Siyasiler ve kamuoyu, serbest bırakılacağını beklerken, mahkeme tarafından tutuklanması, Almanya’da çok geniş tepkiye neden oldu.

Şansölye Merkel açıklamasında, “Deniz Yücel’e adil ve hukuk devletine uygun bir muamele için güçlü bir şekilde çaba göstermeye devam edeceğiz. Yücel’in yakında yeniden özgürlüğüne kavuşmasını umuyoruz” söyledi. Türkiye’nin Berlin Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına çağıran Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Deniz Yücel’in tutuklanmasını sert bir dille eleştirdi. “Türkiye’de üzücü bir dönem yaşandığını”, “Türk-Alman ilişkileri için de zor bir dönemde” bulunulduğunu, “Deniz Yücel’in derhal özgürlüğüne kavuşması ve davanın olumlu bir şekilde sonuçlanması için her türlü çabayı kararlılıkla göstereceklerini” belirtti. Öte yandan Alman Federal Meclisi’nden 160 milletvekili de Berlin Türkiye Büyükelçiliği’ne yazdığı mektupta, basın özgürlüğüne ve Almanya-Türkiye ilişvurgu yapılarak, Yücel’in ve tutuklu diğer gazetecilerin serbest bırakılması çağrısında bulundu. Bu çağrıya aynen katılıyorum.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YOKSA DEMOKRASİ DE YOKTUR

Bir ülkede basın özgür değilse, orada demokrasiden de söz edilemez. Medya hiç bir engel ve baskı olmaksızın, gerçeklere bağlı kalarak, toplumda olup bitenler hakkında kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Basın, kendi kendine sansür uygulamadan, doğruları yayınlayabilme ve yazabilme hakkına ve özgürlüğüne sahipse, hürdür. Orada demokrasi vardır.

AKP 2002 de yönetime geldiğinden bir süre sonra yaşayarak gördüğümüz gibi, sistematik bir biçimde medyayla ilgili iki yöntem uyguladı.

Birincisi, kendilerine eleştirel bakan TV kanallarını ve gazeteleri devlet kredilerini de kullanılarak satın almak. Bunun için bir medya havuzu oluşturuldu. Böylece bir çok yazılı ve görsel medya AKP bağımlısı, en azından yanlısı konumuna getirildi. İkincisi ise, AKP yönetimindeki anti demokratik uygulamaları ve yanlışları eleştiren medyaya karşı, dozu giderek artırılan baskı uygulandı. Bu yolla birçok değerli gazeteci, çalıştığı gazeteden atıldı. Medya patronlarına talimat verilerek, ya da doğrudan ve dolaylı baskılarla, gerçekleri yazan veya yayınlayanların işine son verildi.

Türkiye’deki medya patronlarını batı Avrupa’daki meslektaşlarından ayıran en belirgin özellik, sahibi oldukları medyanın yanı sıra, bir çok diğer alanda da ticaret işlerinde de aktif olmaları ve çoğu kez devlet ihalelerine de girmeleri. Böylece Türkiye’deki çoğu medya patronu, çıkarları gereği hükümetin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyor.

Sadece medya alanında etkinlik gösteren TV kanllarına ve gazetelere ise, sürekli davalar açılarak, cezalar kesilerek sonu gelmeyen baskılar yapılmaktadır. 15 yıldır Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak görev yapan sayın Erdoğan, medyadan gelen eleştiri ve uyarılara veya mizah yazılarına-karikatürlere, hiçbir dönemde olmadığı kadar hoşgörüsüz ve baskıcı davranmaktadır.

BU POLİTİKALAR TÜRKİYE’NİN DIŞ DÜNYADAKİ SAYGINLIĞINI YARALIYOR

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün verilerine göre, Türkiye’de olağanüstü halin ilan edilmesinden bu yana 149 gazete, radyo ve televizyon kapatıldı. Cezaevinde bulunan 148 gazetecisi ile Türkiye Dünya’da ilk sıralarda yer alıyor. Bu da Türkiye’de demokrasiden ne kadar uzak kalındığının en açık kanıtıdır.

Batı Dünyasının zaman, zaman Türkiye’ye çifte standartla yaklaştığını ben de öteden beri belirtiyor ve eleş. Ancak genel politik tavırları ve özellikle de medyaya yönelttiği ağır saldırıları nedeniyle, ABD başkanı Trump’a yapılan eleştiriler, kara mizahlar ve ilginç karikatürlerin çok daha yoğun ve ağır olduğunu, ilgiyle izliyorum. Ne var ki Trump kendisini eleştiren ABD’deki gazetecileri işinden attıramıyor, medya’ya baskı uygulayamıyor. Trump’ın, Erdoğan’ın aksine, yurt dışındaki yabancı basını karşısına aldığına da henüz tanık olmadık. Aralarında Washington Post, New York Times, CNN’inde bulunduğu bazı medyanın, Beyaz Saray da basınla yapılan geleneksel görüşmeye davet edilmemesi, çok büyük tepkiye neden oldu. Bir çok basın yetkilisi, bunu basın özgürlüğüne müdahale sayarak ve de çağrılmayan basınla dayanışma göstererek, Beyaz Saraya gitmedi. Ne yazık ki benzer bir dayanışmayı Türkiye’de göremiyoruz.