Boğaziçi FF, kimin deplasmanı?
Bundan 12 yıl önce Altın Portakal Film Festivali’nde, dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun ortak girişimiyle büyük bir skandal yaşanmış, festivalin uluslararası yarışma bölümünün jüri başkanı Emir Kusturica aleyhine geniş çaplı karalama kampanyası başlatılmış ve ünlü yönetmen Antalya’yı terk etmek zorunda kalmıştı. Gerçek bir linç olayına dönüşmesine ramak kalan, dokuz yaşındaki küçük oyuncuların bile alet edildiği bildirilerin imzalandığı bu kampanyanın nedeni, Kusturica’nın Yugoslavya iç savaşında ülkenin birliğini savunmuş olması ve anti-emperyalist tutumuydu. Kusturica ise kenti terk etmeden önce havaalanında yaptığı açıklamada tarihi bir laf etmiş, “Bu ortamda sanat yapılamaz” demişti.
Kusturica’nın laneti tuttu. Film festivallerimizde ve özellikle ödül törenlerinde bir uğursuzluk kol geziyor. Sanat-sinema konuşmaktan çok politik argümanlar havada uçuşturuluyor, çaya çorbaya birkaç damla muhalif tavır sıkmak misali salon protestolarından medet umuluyor, hançereler yırtılıyor, ortamı sanat yapılamaz hale getirmek için elden gelen esirgenmiyor. Mikrofon başında edilen birkaç politik cümle filmlerin ve ödüllerin önüne geçiyor, krizler çıkıyor, son Boğaziçi Film Festivali töreninde olduğu gibi kurumsal sarsıntılar yaşanıyor.
ZEMİN KAYMASI
Sağır sultan bile biliyor ki 10 yılı geride bırakan bu film festivali, AKP’nin “Kültürel alanda iktidar olamama sıkıntılarını aşmak, kültür-sanat dünyasını esir alan sol vesayeti ortadan kaldırmak” projesinin adımlarından biriydi. Örneğin Yusuf Kaplan’ın, “Türkiye’deki kültür-sanat faaliyetlerinin bütün biçimlerini seküler ‘çeteler’ götürüyor” saptamasının sonuçlarından biri olarak ortaya çıkıldı ve karşı mahalleyi çok da ürkütmeden, dirsek temasını koruyarak, gerektiğinde elma şekerleri de uzatarak “seküler çetelerden” bir kopuş alanı yaratmak amaçlandı. Başlıca hedef, “ılımlı İslami sinema”yı podyuma çıkartmak, Semih Kaplanoğlu sayısını çoğaltmaktı.
Sonuç ise ortada. Son zamanlarda “Ben hiçbir yere angaje değilim” vs. diyerek “tekrar dönüş” sinyalleri vermeye çalışan Semih Kaplanoğlu’nun jüri başkanı olduğu 10. yıl festivalinde ciddi bir zemin kayması gerçekleşti ve kimilerinin açıkça dile getirdiği üzere “AKP kendi evinde vuruldu.”
ILIMLI İSLAMİ SİNEMANIN ÇIKMAZI
Krizin görünürdeki nedeni, “Karanlık Gece”yle en iyi yönetmen ödülü alan Özcan Alper’in ödülünü TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf etmesi oldu. Doğrusu, Fincancı’nın Uğur Mumcu cinayetinde sanıkları kollayan sahte rapor düzenlemesinden FETÖ’nün Ergenekon kumpaslarındaki rolüne ve son Batı’nın klasik kimyasal yalanlarının megafonu olmasına kadar açık kimliği akla getirildiğinde, “muhalifliğin” ne hallere düştüğünü gösteren bir ithaf bu. Ama öte yandan, ödül sahibi ödülünü kime isterse ona ithaf eder, isterse Antalya’da Emin Alper’in yaptığı gibi Zelenski’ye, barışseverlik adına Ukrayna’daki neo-nazilere selam yollar. Ve fakat bunun gibi, salondan oyuncu Burak Haktanır gibi bir kişinin çıkıp buna itiraz etmesi, “O kadın TSK’ya iftira attı” demesi de gayet normaldir. Repliğinizin doğal hukuki karşılığı düpliktir. Kaldı ki bizzat törenin sunucusu Korhan Abay’ın durumu daha da batıran yakışıksız sözlerinden ve alkış düzeyinden de anlaşılacağı gibi o salonda “deplasmanda” olan Özcan Alper değil, Burak Haktanır’dı. Ilımlı İslami sinemanın çıkmazı, bu podyumda bir kez daha net biçimde görüldü.
Festival yönetiminin sonraki tepki çeken açıklaması, gelen istifalar vb. gösteriyor ki Boğaziçi FF, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışmanın bedelini bir şekilde ödeyecek. Eğer yollarına devam ederlerse, gelecek yıl Emir Kusturica’yı jüri başkanı yapmalarını öneriyorum.
Özcan Alper içinse, madem bu festivale katıldı ve ödüllendirildi, kralın şarabından içen kralın baş ağrısını da çeker, ödülünü birkaç gün içinde sular durulduğunda iade etmek en iyi yol gibi görünüyor. Aksi takdirde, bu ortamda sanat yapılamaz!