Bombayı sevmeyi öğretecek Dr. Garipaşk’a gerek yok
Nükleer bombalar, 1945’ten sonra bir tek sinemada patladı. O günden bugüne dünyanın her yerinde milletlerin ve halkların direnişini kırmakta yetersiz oldukları kanıtlandı. Fakat yine de nükleer silahlar, emperyalizmin hedefindeki ulus-devletlerin caydırıcı bir güç haline gelmesi için önemli. Atlantik’in doğrudan hedefi olan Türkiye’nin nükleer geliştirme kapasitesini artıracak ülkeler ise Avrasya’da bulunuyor.
Yeni bir nükleer savaşın eşiğinde miyiz? Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik özel askerî harekâtı başladığından bu yana, en çok tartışılan konulardan bir tanesi bu. Son olarak Rus devletinin dış politikasının belirlenmesinde önemli etkiye sahip olan stratejist Aleksandr Dugin, “3. Dünya Savaşı bir anlamda başlamış durumda. Sadece bunun ilk aşamasındayız. Bu ise nükleer savaşa dönüşebilir. Nükleer savaşa biz hiçbir zaman bu kadar yakın olmadık.” dedi.(1)
SİNEMADA PATLAYAN BOMBALAR
Şu ana kadar bir nükleer savaş yaşamadık. 1945’ten sonra atılan bir bombaya rastlamadık. Sinema hariç. Öyle ki, çöküşe giden Hollywood, umudunu bu yıl bile “bombaya” sakladı. Grev dalgasıyla sarsılan, yalnızca süper kahramanlar ve onların devam filmleriyle ayakta kalmaya çalışan, son olarak Barbie’ye sığınan Hollywood’un, geçen yıl en başarılı yapımı Oppenheimer oldu. 11 Mart’ta Oscar töreni yapılacak. Atom bombasının öyküsünü anlatan Oppenheimer, 13 dalda Oscar’a aday. Ödüllerin ne kadarını toplayacağı merak konusu olsa da, Christopher Nolan’ın bir bilim insanının çelişkilerini, tereddütlerini, gel-gitlerini iyi sunan bir psikolojik tablo çizdiğini not düşelim. Nükleer savaş üzerine, Soğuk Savaş’ın giderek kızıştığı bir tarihte, 1964’te yapılmış iki önemli film var. Biri, Eugene Burdick and Harvey Wheeler’in romanından beyazperdeye uyarlanan, Sidney Lumet’in yönettiği “Fail Safe” (Mutlak Hata) filmi. Bir hata sonucu bir grup bombardıman uçağı, nükleer saldırı için Moskova’ya gönderilir. Film, işte bu saldırıyı durdurmaya çalışmanın öyküsünü anlatıyor.
İkincisi de Stenley Kubrick’in başyapıtlarından olan “Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb” (Dr. Garipaşk veya: Nasıl Kaygılanmayı Bırakıp Bombayı Sevmeyi Öğrendim) filmi. Bu filmde, Fail Safe’den farklı olarak hata sonucu değil, antikomünist General Ripper’in emri ile nükleer saldırı başlar. Fakat iki filmde de delilik düzeyine gelen antikömünizm eleştirilir. Kubrick’in filminde “Barış bizim işimiz” tabelalarının altında silahların patlaması, en ikonik sahnelerden biridir. ABD emperyalizminin bir özetini sunmaktadır.
İki filmin bir ortak noktası da, hataların sonunda bombaların patlamasının önlenememesidir.
1964 yapımı Fail Safe ve Dr. Strangelove filmleri, Soğuk Savaş’ın giderek kızıştığı bir tarihte yapılan ve nükleer bombaları konu edinen iki film.
1945’TEN BERİ PATLAMAYAN BOMBALAR
Bugün dünyanın pek çok ülkesinde nükleer silahlar bulunuyor. Fakat 1945’ten bu yana bir ülke, başka bir ülkeye nükleer silah atmadı. ABD; Kore’de, Vietnam’da, Afganistan’da yenilirken nükleer silahlara başvurmadı. Sovyetler Birliği Afganistan’da yenilirken ve de dağılmanın eşiğine geldiğinde bombaları ateşlemedi. O halde bir gerçeği saptamak durumundayız. Ülkeler ne yenilirken ne de dağılırken nükleer silaha başvurdular.
George Friedman ve Meredith Freidman, “Savaşın Geleceği - 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Dünya Egemenliği” kitabında bu konuyu ayrıntılarıyla ele alıyor. George Friedman’ın Stratfor'un kurucusu olduğu notunu düşelim. Stratfor, Gölge CIA diye bilinen Amerikan düşünce kuruluşudur. Friedman, ABD fikir hayatı içinde düşüncelerine en değer verilen kişilerden. Hatta onun da “gölge Dışişleri Bakanı” rolü oynadığı biliniyor.
Friedmanlar, “Sahte Şafak - Nükleer Silahların Başarısızlığı” bölümünde nükleer savaşın mümkün olmadığını şu sözlerle anlatıyor: “Her iki taraf da diğerinin kaybetmek istemediği ve yenilmemek için nükleer silahlara başvurmayacağını bildiğinden, nükleer güçler arasında bir savaş artık mümkün değildir. Böylece, hiçbir zafer hep birlikte yok olma riskine değmeyeceğinden, iki taraf da savaşı başlatmayı göze alamayacaktır.”(2)
İKİ AKREP
Friedmanlar, bu silahların kullanılmama sebebini Robert Oppenheimer’la destekliyor. Oppenheimar şöyle diyor: "İki Büyük Güç’ten birinin, diğerinin uygarlık ve hayatına son verecek duruma girmesine neden olacak bir ilişkiler dönemine girebilir ama iki taraf da bunu kendi hayatını riske atmadan yapamaz. Bir şişe içinde, diğerini öldürebilecek ama bunu yapmak için kendi hayatını riske edecek iki akrebe benzetebiliriz.”(3)
Gerçekten de durum buydu. Siyasi ve askerî yetkililer de bu durumun farkındaydı. Friedmanlar bu yüzden 1950’lerde atom bombasının “muhtemelen kullanılabilir” olmaktan çıkıp, “saldırıya uğrarsa kesin olarak kullanılabilir.” durumuna geldiğini belirtiyor.(4) Fakat yine Freidmanlara göre nükleer silahın var olup olmamasının bir anlamı yok. Önemli olan nükleer silah üretme bilgisinin var oluşu.
HAMAS’IN YÜREĞİ NÜKLEERDEN BÜYÜK
Bugün dünyamızda ezilen ve gelişen dünyanın ayağa kalkışına tanık oluyoruz. Evet, dünya emperyalizme karşı bir silahlı kararlılık içinde. Afrika, sömürgecilerine kovuyor. Kara kıtanın bembeyaz vicdanı, yüreklerimiz serinletiyor. Afganistan’da Taliban, nükleere sahip ABD’yi kovaladı. ABD uçaklarının tekerlerine sarılan emperyalizm işbirlikçilerinin sonunu, zihinlerimize çaktı. Filistin, Aksa Tufanı ile tarihin akışına müdahale etti. Yemen, Kızıldeniz’de emperyalizme silahla karşı duruyor. Hepsi “Dünyanın bütün nükleersizleri birleşin!” dercesine ayaktalar.
HAMAS stratejik bir akılla nükleer güce sahip İsrail’i en doğru zamanda vurdu. Yine nükleer güce sahip ABD’nin tüm desteğine rağmen, Gazze’deki direnişi beş ay geçse kıramadı. Filistin direnişi, kısıtlı silahlarıyla nükleer güçlere karşı inisiyatifi ele geçirdi. Artık gündemimiz, Filistin’in özgürleşmesidir. Emperyalistlerin yönetimleri bölünürken Filistin’le dayanışma cephesi büyüyor.
Görüldüğü üzere nükleer silahlar, bir halkın direnişini kırmakta yetersiz kalıyor.
MAO’NUN HAKLILIĞI: KÂĞITTAN KAPLANLAR YENİLİYOR
Friedmanlar, nükleer silaha sahi olmanın aslında hiçbir şeyi değiştirmediğine vurgu yapıyor. Nükleer gücün sadece ona sahip olanları psikolojik açıdan rahatlattığını belirten Friedmanlar, Mao’nun anladığı ama diğerlerinin anlayamadığı bir durumu şu sözlerle tespit ediyor:
“Kore Savaşı’nda Mao’nun, ‘Atom bombası, ABD’nin halkı korkutmak için kullandığı bir kâğıt kaplandır. Korkunç görünür ama aslında değildir. Atom bombası elbette bir kitle tahrip silahıdır ama savaşın sonucu bir iki yeni silahla değil, halk tarafından belirlenir.’ diye konuşması alay konusu olmuştu. Mao’nun anladığı ama karşıtlarının gözden kaçırdığı şey, atom bombasının kesin bir silah olmadığıydı. Bir silah hasar verir ama sürekli direnci kıramazdı.
Mao, onu uygun hedefler eksikliği ve yetersiz güç sorunu olarak analiz etti fakat başka bir sorun da vardı.”(5)
Tarih, son yaşadığımız Filistin örneğinde Mao’yu haklı çıkardı. HAMAS Dış İlişkiler Sorumlusu Dr. Basem Naim, Aydınlık’a verdiği röportajda İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze'ye 80 bin ton, yani 80 nükleer bomba değerinde bomba attığını belirtti.(6) Görüldüğü gibi savaşın sonucunu esas belirleyen, bir halkın direniş gücü oluyor.
TÜRKİYE’NİN NÜKLEERE İHTİYACI VAR MI?
“Türkiye’de nükleer yok, öyleyse bizim gündemimizde de yok, savaşın bir parçası değiliz.” dememek gerekiyor. Maalesef, Türkiye nükleer bir hedef. Çünkü ABD’nin Adana’daki İncirlik Üssü’nde yaklaşık 50 nükleer bombası bulunuyor. Eğer Dugin’in de belirttiği gibi bir nükleer savaşla karşı karşıya kalırsak, ABD’nin Rusya’yı vuracak nükleer silahlarından en yakın olanlarından bazıları Türkiye’de bulunuyor. Türkiye’nin kontrolü dışında, ABD bu füzeleri ateşleyebilir. Buna karşılık Rusya da mütekabiliyet esasına göre, İncirlik’i hedef alabilir. Yani Türkiye, istemese de savaşın tarafı olabilir veya savaşın içine itilebilir. Öyleyse İncirlik’in kapatılması, Türkiye için bu konuda da hayati öneme sahip.
Peki, nükleer silahlar bir savaşa yol açmayacaksa neden ülkeler hızla nükleer silahlara sahip oluyorlar? Çağımızda nükleer silahların rolünün küçüleceğine işaret eden Freidmanlar, bahsettiğimiz konuda Fransa örneğini veriyorlar. Fransa bunu yaparak ulus-devletinin çıkarlarını korumayı ve “başka devletlerin nükleer baskısı altında yok olma” durumunun engellenmesini hedefliyor.(8)
Bugün, Soğuk Savaş döneminde değiliz. Emperyalizm, esas hedeflerini ulus devletleri yok etmek şeklinde belirliyor. Çünkü ulus devletler, küreselleşmenin ve ABD’nin hegemonyasını sürdürmesinin önündeki en büyük engel.
Türkiye olarak millî savunma sanayindeki atılımları kıvançla izliyoruz. Fakat tüm bunlar taçlandıracak, ulus-devleti caydırıcı kılacak adım nükleer bilgisine sahip olmaktan geçiyor. Tam bağımsızlık ancak nükleer güç olunursa başarılabilir. Çok kutupluluğun bir parçası olmak, nükleere sahip olmaktır. Aksi halde, bugün AK Parti Hükûmetinin yaptığı gibi, denge politikası adı altında, Türkiye’nin Atlantik rotasında çalkalanıp durmasından başka bir anlam ifade etmeyecek.
CAYDIRICILIK İÇİN AVRASYA’YLA İŞBİRLİĞİ
Bize, bombayı sevmeyi öğretecek Dr. Garipaşk’a gerek yok.
Ama şunu bilmemiz gerekiyor: Bugün dünya silahla değişiyor. Bunu alışmamız lazım. Atatürk de, Zabit ve Kumandan ile Hasbihal kitabında ordunun öneminin caydırıcılıkta yattığını ve barış dönemlerinde güçlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Güçlü ordu, güçlü Türkiye demektir.
Güçlü ordu caydırıcılık demektir.
O halde caydırıcılık, en güçlü, en yeni, en teknolojik bütün savaş araçlarını kapsayacak biçimde genişletilmelidir. Özellikle günümüzde nükleer başlıklı balistik füzeler taşıyan bir nükleer tahrikli denizaltıdan daha fazla caydırıcılık sağlayacak hiçbir güç yok. Türkiye’nin bilgi birikimini, bu alanda yoğunlaştırmalıdır.
Öte yandan Atlantik ile Avrasya güçlerinin çarpıştığı bugünlerde, Türkiye’nin nükleer geliştirme kapasitemizi artıracak ülkeler de belli: Rusya, İran, Çin, Pakistan ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti. Özellikle Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, bu konuda önemli bilgilere sahip. İran dahi onlardan öğrendi. Türkiye’nin caydırıcı güç olmak için, AK Parti hükûmetinin izlediği denge adı altındaki Atlantik’e teslim olma politikalarını terk etmeli, Avrasya ülkeleriyle bilgi ve birikimi paylaşımı artıracak siyasî girişimlerde bulunmalıdır.
DİPNOTLAR:
(1) Ahaber, 2 Mart 2024.
(2) George Friedman ve Meredith Freidman, Savaşın Geleceği-21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Dünya Egemenliği, Pegasus Yayınları, İstanbul, Nisan 2015, s. 95.
(3) a.g.e., s. 109.
(4) a.g.e., s. 105.
(5) a.g.e., s. 114.
(6) Tevfik Kadan, HAMAS Dış İlişkiler Sorumlusu Dr. Basem Naim Aydınlık’a konuştu: Türkiye ile deniz sınırlandırma anlaşması çok faydalı olacaktır, Aydınlık, 27 Şubat 2024.
(7) George Friedman ve Meredith Freidman, a.g.e, s. 117.