Borazan Tevfik
Her şeyin giderek daha sevimsizleştiği, ekonomik durumun neredeyse dibe vurup, politik dilin daha sertleşip ayrıştırıcı bir işlev yüklenerek ayrıştırıcı bir konuma getirildiği bir ortamda kültür sanattan söz etmek inanın biraz değil, bir hayli zor oluyor. Kitap, dergi ve sinema bilet ücretlerinin, bırakın gençleri bir yana, bu konuyla yakından ilgilenenlerin bile zorlandığı düşünüldüğünde ne var ki geleceğe ilişkin umutlar da eskisi gibi pek parlak olmuyor. Baharı yaşadığımız –pek de söylenemez ama- şu günlerde, içinizi daha da karartmak istemeyerek, yine geçmişe yelken açarak bir tebessümü yakalamaya çalışalım.
Geleneksel Osmanlı dram sanatının önemli isimlerinden biri olmasına karşın, gölgede kalmış sanatçılarından biri de Borazan Tevfik’tir. Ünlü Komik-i şehir Naşit’in deyimiyle “Meddahlığı zarifleştirip alafrangalaştıran” sanatçı, meddahı, dönemin koşullarına uygun olarak asrileştiren öncü bir kişi olarak tanımlanmıştır.
Döneminin en popüler meddahlarından birisi olmasına karşın Borazan Tevfik’in yaşamı hakkında pek fazla bir şey bilinmez. Borazan’la Haydarpaşa’daki eski Tıp Fakültesi’nin boğaz ve kulak kliniğinde stajyer doktorluğu sırasında tanışmış olan Necdet Rüştü Efe, onu “iri gövdeli, kıvırcık saçlı, esmer yüzlü ve de içinde zekânın kıvılcımları parlayan bir çift muzdarip göz” olarak tanımlayarak, kendisinin tartışılmaz bir taklitçi, meclisine doyulmayan sohbeti hoş bir zat, olduğunu söyler.
Borazan Tevfik, ikinci Abdülhamit döneminde Kasımpaşa’da demirlemiş “heybetiyle yatıp çürüyen” eski bir zırhlıda borazan çavuşluğu yapıyormuş. Görülmemiş hançeresinin zoruyla her üfürüşte bir boru çatlattığı rivayet edilen bu dev gırtlaklı çavuşu haber alan Abdülhamit, onu Yıldız sarayından dinlemek için, Altunzade sırtında karavana borusu çalmasını irade buyurmuş. Yanına ihtiyaten iki üç boru alan Tevfik, padişahın Yıldız’dan dinlemesi için var gücüyle kuvveti gırtlağa verip çalmaya başlayınca Abdülhamit şaşa kalmış ve onu saraya davet ederek, bir ikinci irade ile onun daha rahat bir yaşam sürmesi için gedikli boru muallimi olmasını uygun görüp bu makama atamış.
Borazan’ı tanıyan kişilerin başında ise onunla aynı sahneyi/oyunu paylaşmış olan tuluat sanatının unutulmaz isimlerinden Naşit’tir. Borazan için Naşit “O tam manasıyla sanatkar bir adamdı. Meddahlığı zarifleştirmiş, alafrangalaştırmıştı. Monolog söyleyeceği zaman meşhur smokinini giyer, hesaplı jestler ve aslına mutabık mimiklerle hikâyesini anlatmaya başlardı. Taklidi çok kuvvetliydi. Onun en çok ihtiyar bir kadının yanlış tramvaya binerek biletçi ve vatmanla kavga edişini “Ne olur beni evimin kapısına götür” diye kocakarının taklidini yaptığı hikayeyi beğenirim” der ve ardından da onun popüler olan bir monoloğundan söz eder:
“.. Bir de onun büyük bir yangında bir türbenin boşaltılması monoloğu vardı: İki türbedar her şeyi dışarı çıkardıktan sonra, biri sandukanın arkasına, biri de önüne gider, öylece sokağa çıkarlar. Mahalledeki kadınların feryadı… Tabii sandukanın altındaki adamları görmüyorlar, evliya ayaklanmış sanarak: Rahmetli bizi bırakıp da nereye gidiyorsun…” diye bağrışmaları… Bunlar Borazan Tevfik’in ağzında insana hakiki imiş hissini verirdi...”
Naşit ayrıca, Borazan Tevfik’in senede bir kez müsamere yaptığını ve bu gösteride yer alan tüm numaraları bir başkalarıyla paylaşarak değil, tümünü kendisinin yaptığını ve iki buçuk saat durmadan dinlenmeden halkı eğlendirip, gülmekten bayılttığını anlatır.
Borazan Tefvik, Köprüden Haydarpaşa’ya giden vapurların da müdavimi ve de şayan-ı dikkat simalarından biridir. Tevfik, her ne kadar vapura her daim son yetişenlerden biri olmasına karşın neşesini hiç kaybetmez, yolculuk sırasında, emektar vapurların yorgun ve de eskimiş kazanları Sarayburnu’nda arıza yapıp tamiri beklenirken, o taklit ustalığına devreye sokup, Arnavut’la Ermeni Dudu’yu kavga ettirir, külhan beyle hamam anasını gırtlak gırtlağa getirir, çocuk ağlatır, köpek dalaştırır, havlatarak yolcuları eğlendirmekten geri kalmaz, kazanın tamiri sırasında tüm yolcuları kırıp geçirirdi. Borazan’ın vapurda yaptığı bu ücretsiz taklitlere tanıklık etmiş olan Sermet Muhtar bu durumu “saygın kişiler bile bu tarafla meşgul olurlar, daha iyi işitebilmek için avuçlarını kulaklarının arkasına siper ederek, memnun şadan dinlerlerdi…” diye yazar…
Dünden bugüne bunlar kalıyor akılda... Bu günlerden geleceğe kalacaklar ise inanın korkulara salıyor insanı...
Yine de, Çetin Altan’ın deyimiyle “enseyi asla karartmamalı”.