Böyle partiye böyle seçmen
Muhalefet partileri FETÖ’ye karşı başlarda ikircikli olduğu zannedilen, ancak zamanla daha kararlı hale gelen bir tavır alıyorlar. Her iki partinin iktidar stratejisi de aynı ön kabule dayanıyor. Buna göre, Türkiye’de hükümetleri tayin eden esas kuvvet batı sisteminin derin merkezleridir. Bu nedenle “sistem” ile çatışan bir iktidar mutlaka yerinden edilir. Erdoğan yönetimi, batıya güven vermemektedir. Vadesini doldurmuştur. O halde batılı güçlere güven veren partiler, sistem tarafından destekleneceklerdir. Batıya nasıl güven verilecek? Elbette batının işbirliği yaptığı, desteğini çeşitli vesilelerle gösterdiği güçlere kol kanat gerilerek.
Batı sisteminin Erdoğan yönetimi ile çatışmaya başlamasının nedeni, açılım sürecinin bitirilmesi ve FETÖ adlı gladyo teşkilatının etkisizleştirilmesiydi. FETÖ, batının Türkiye’yi denetim altında tutmasının aracıydı. Açılım ise Türkiye’yi batının küresel çıkarlarına uygun bir siyasal işbölümü içinde kullanması olayıydı. Erdoğan yönetiminin bu iki alandaki “kabul edilemez” hamleleri, telafi edilemeyecek kadar stratejik “hatalar”dı. Bu nedenle hükümetin batıyla ekonomik işbirliğine istekli olması durumu kurtaramadı. Bu noktada muhalefetin neden FETÖ konusunda kol kanat geren bir tavır aldığı ortaya çıkıyor. Üzeri batı tarafından çizilmiş bir hükümete karşı, batı sistemine güven veren bir restorasyon hükümeti kurmaya talipseniz, ittifaklarınız bu mevzilenmeye uygun olarak oluşur. Batılı dostlarınızın dostları, sizin de dostlarınız olur.
Peki ya seçmen cephesi? Bu partilerin seçmenleri izlenen bu çizgiyi nasıl karşılıyorlar? Yurttaşlar arasında genel olarak FETÖ’ye karşı bilinç sıçraması yaşandığı görülüyor. Özellikle sağ-muhafazakâr kesimler ihanete uğramışlık duygusu içinde daha öfkeli ve kararlı davranıyorlar. Sol, laik ve kentli seçmen kesimlerinde ise tarikat-cemaat yapılanmalarına geleneksel uzaklığın getirdiği bir “aşılı olma” duygusu ve rahatlığı var. Ancak FETÖ’ye karşı mücadelenin AK Parti döneminde başlamış olması kafaları karıştırıyor. Bir tarafta FETÖ’nün gerçek yüzünün nihayet anlaşılmasından gelen “biz söylemiştik” özgüveni, diğer tarafta süreci yöneten AK Parti’ye karşı nefret hisleriyle dolu olmanın duygusal tepkisi iç içe geçerek kararsızlık yaratıyor. Sol seçmenler, parti genel merkezlerinin ittifak tutumunu yukarıda belirttiğimiz açıklık içinde kavramıyorlar ama kendi kararsızlıkları, oy vermeyi düşündükleri partilerin işbirlikçi tutumlarını tolere etmelerine neden oluyor.
Birkaç yıl öncesine kadar AK Parti seçmenlerinin oy verme davranışlarına yönelik bir eleştiri vardı. Ne kadar anlatırsanız anlatın en somut olumsuzlukları bile görmezden gelerek bu partiye oy veren seçmenin tutumu, “olsun ama yol yaptı” sözüyle özetlenirdi. Bugün ise muhalefetin batı sistemi üzerinden kurduğu ittifaklara dair ne söylerseniz söyleyin, size “ama açılımı onlar başlatmadı mı?” ya da “FETÖ’yü kim iktidara taşıdı, onlar değil mi?” diyen bir “yol yaptı” seçmen tipi kendini gösteriyor. Sosyolojik malzeme aynı olduktan sonra, insanların kendilerine sağcı veya solcu demesinin önemi kalmıyor. Atatürkçü seçmenin en uzak olduğu konu bu: Atatürk gibi yapmak, önce maddeyi anlamak, olgulara bakmak, her şeyin değiştiğini, maddeyi değişme hareketi içinde anlamak gerektiğini bilmek. Bilgiyi somut olgulara uygulamak.
Olgulara öfke, nefret, aşk, tutku, bağlılık gibi duygular üzerinden bakan kendiliğindenci seçmen romantizminden kurtulmak, mesajlarına açık olduğunuz partinin siyasal stratejisini kuran kurmay heyetinden ve liderliğinden alacağınız “siyasal terbiye” ile mümkündür. Her parti kendi seçmenini eğitir, biçimlendirir. İktidara giden yolun küresel güçlere güven vermek olduğunu düşünen ve stratejilerini bunun üzerine kuran partilerin ise, kendi seçmenlerini siyasetin olgusal mantığına taşımaya ne ihtiyaçları var ne de öyle bir şansları.