Bu enflasyon daha çok başkan yer
Bir deyim vardır. Bilmeyeniniz de yoktur. “Bu pilav daha çok su kaldırır” diye. Cuma günü açıklanan enflasyon oranını görünce, malum iki gün önce de Merkez Bankası yılın son enflasyon raporunu açıklamıştı, bir gup gazeteci ve ekonomist arkadaşla sohbet ederken aramızda bu minvalde bir sohbet geçti. Ben de “durun bu hafta şu meseleyi bir yazayım” dedim.
Malum, yalnız ve güzel ülkemiz 2000'li yılların başında bir ekonomik krizden geçti. Öyle bir kriz ki koca koca partileri adeta tarih sahnesinden sildi. AKP adında yepyeni bir siyasi oluşumu iktidara taşıdı. Bu oluşum da son 15 yıldır ülkeyi yönetiyor.
15 YILLIK HAYALİMİZ
Yönetiyor ama nasıl yönetiyor. Bir kere Avrupa Birliği süreci ve özelleştirmeler ile ülkeye akan yabancı sermaye, sonrasında 2008 küresel finansal krizi ve ardından gelen merkez kapitalist ülkelerin merkez bankalarının parasal genişleme politikasının yarattığı bol para dönemi. Çekilsin krediler, artsın borçlar, yiyelim içelim zevküsefa edelim, 'sarı çizmeli Mehmet Ağa nasılsa öder hesabı' devri. Falan filan. Zaten bu konuları geçen yazılarımızda ele aldık. Burada girişte de ifade ettiğim üzere enflasyona odaklanalım istedim.
2000'lerin başındaki kriz sonrası Kemal Derviş bakan yapıldı. Derviş, IMF ve Dünya Bankası önerileri doğrultusunda ekonomiye yeni bir rota çizdi; doğrusu yanlışı tartışılır. Ama Türkiye 2002 yılında fiilen enflasyon hedeflemesine geçti. (Resmen geçiş tarihimiz 2006 ama 2002'den sonra örtülü hedefleme uygulaması yapıldı.) O tarihten sonra Türkiye orta ve uzun vadede kendisine bir yüzde 5'lik enflasyon hedefi koydu. Ne oldu? Bu hedef geçen 15 yılda bir türlü gerçekleşmedi.
KRİZDEN SONRA ÇİFT HANE
Hedef konulduğu vakit T.C. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'ydi. 2006 yılına kadar bu görevde kaldı. Söz konusu dönemde yıllar itibarıyla enflasyon şöyle oldu; 2002'de yüzde 29.65, 2023'te yüzde 12.71, 2004'te yüzde 9.35, 2005'te yüzde 7.72, 2006'te yüzde 9.65.
2006'da sonra Merkez Bankası'nda başkan değişti. Durmuş Yılmaz dönemi başladı. Yılmaz döneminde enflasyon; 2007'de yüzde 8.39, 2008'de yüzde 10.06, 2009'da yüzde 6.53, 2010'da yüzde 10.06 ve 2011'de yüzde 10.45 oldu. Ne oldu da 2009 ve 2010'da yüzde 5'lik hedefe bu kadar yakınlaşmışken birden Durmuş Yılmaz'ın görevi bırakıp, Erdem Başçı devrinin başlayacağı 2011'de çift haneli enflasyona geri döndük? Bir kere 2008 küresel finansal krizinin etkileri başlamıştı. O nedenle 2009'da ekonomimiz yüzde 5'e yakın daraldı. 2010'da ise hızlı bir büyüme yakaladık. TÜİK'in yeni milli gelir serisine göre yüzde 8.5 büyüdük. O yıl fiyat baskısı verilere yansımadı ancak 2011'de çift haneli enflasyon yeniden kapımızı çaldı. Zaten ekonomide yüzde 11.1 büyümüştü.
TEK HANEYE DÜŞÜRDÜK AMA
Ekonominin şirazesi, AKP'nin muktedir olduğu ve Merkez Bankası üzerinde siyasi baskıların arttığı dönemde kaydı. Türkiye ekonomisi büyüdü büyümesine ama bir rant ekonomisi oluştu. Dışarıdan akan kaynaklar ileride gelir getirecek, ülkemizi bir üst lige taşıyacak yatırımlara değil, inşaata aktı. Kredi çek; borçlan, tüket anlayışı oluştu. Burada, toplam kredi hacmi nerden nereye geldi, dış boç neydi ne oldu, meselelerine girmiyoruz. Çünkü daha önceki yazılarımızda bu konuları yeri geldikçe işledik ve geldikçe de işleyeceğiz.
Şimdi Erdem Başçı 2011'de çift haneli enflasyonla görevi devraldıktan sonra, 2012'de enflasyon yüzde 6.16'ya düştü. 2013'te yüzde 7.40, 2014'te yüzde 8.17, 2015'te yüzde 8.81 ve 2016'da yüzde 8.53 oldu. Aslına bakarsanız. Başçı döneminde yüzde 8'lerde bir enflasyonla günü kurtardık. Ancak aynı dönemde dünyada deflasyon yani negatif enflasyon söz konusuydu. Gelişmiş ekonomiler küresel finansal krizden çıkmak için para basıyorlardı ve bizim gibi gelişen ekonomilere para akıyordu. Petrol fiyatları 100 dolarlardan 40-50 dolarlar seviyelerine gerilemişti. Bu ortamda Türkiye ekonomisi normal şartlarda çift hane sayılabilecek yüzde 10'a yakınsayan bir enflasyonla yaşıyordu. Bu arada unutmadan 2012'de enflasyon çift hanelerden yüzde 6.16'ya düştü ama büyüme de çift haneden yüzde 4.8'e geriledi. Çünkü 2011 Kasım ayında IMF'nin IV. gözden geçirme raporu doğrultusunda dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın direktifiyle sonradan makro ihtiyati önlemler adı altında bir takım tedbirler alınmaya başlanıyordu. Hani şu ekonomide vites, gaz-fren tartışmalarının başladığı dönem. Çünkü 2011'de Türkiye'nin cari işlemler açığı, milli gelirinin yüzde 10'a yaklaşmıştı. Bu çok tehlikeli bir durumdu.
AH BU DÖVİZİN GÖZÜ KÖR OLSUN!
Başçı dönemini kapatmadan şunu da not etmekte fayda var. FED'in 2013'ün Mayıs ayında para politikasında normalleşmeye geçeceğinin sinyalini vermesinin ardından dış finansmana bağımlı ülkemizin yerli ve milli parası TL'de devalüasyon süreci başladı. Başçı'nın görevi bıraktığı 2016'nın Nisan ayına kadar geçen süreçte TL, dolar karşısında yüzde 36 devalüe oldu. Haliyle dış ticaret açığı ve cari açık veren ülkemizde üretim ve ihracat, hammadde ve enerji açısından ithalata bağımlı olduğundan kur kaynaklı bir maliyet baskısı söz konusu oldu.
2016'dan sonra Murat Çetinkaya göreve geldi. Merkez Bankacılığı konusundaki yetkinliği tartışılsa da, suya sabuna dokunmadan o günden bugüne görevi sürdürse de, Çetinkaya döneminde enflasyon yeniden çift hanelere ulaştı ve bu seneyi de muhtelemen öyle kapatacak. Çetinkaya'nın ilk yılı 2016'ydı. Nisan'da göreve geldiği için 2016'daki yüzde 8.53'lük enflasyondan haliyle kendisini sorumlu tutabiliriz. Bu yıl ise geçen on ay itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 11.90'a ulaştı. Merkez Bankası, Aralık'ta düşecek ve yılı yüzde 9.8 ile kapatacağız dese de, tahminin üst noktası yüzde 10.3'te tutuldu. 2016 Nisan ayından bugüne TL, dolar karşısında yüzde 27 devalüe oldu. Yani ister istemez yine kur şoku yedik.
DERVİŞ BANA NE DEMİŞTİ?
Uzmanlarla konuşuyoruz. Diyorlar ki; Hükümet'in ekonomiye bakış açısı değişmeden enflasyonla mücadele sekteye uğrar ve başarılı da olamaz. Atılan adımlar da hep geçici çözümlerden ibaret kalır. Enflasyonla mücadele için kalkınmayı ön plana alan, tasarruf anlayışının hakim olduğu, topyekün bir mücadele gerekiyor. Yani enflasyonla mücadele etmek için öyle sihirli bir değnek, hap gibi çözümler yok.
Bundan üç sene önceydi. TÜSİAD'ın düzenlediği bir toplantıda Kemal Derviş ile karşılaşmıştım. O sıralarda da yine böyle enflasyon meselesi liste başı. Kendisinin görüşü mealen şöyle olmuştu: Enflasyon konusunda bu kadar şahin olmamıza gerek yok. Büyümeye odaklanmalıyız.
Evet, belki de Derviş haklıdır. Büyüme daha önemlidir. Ancak kalkınma ve refah getirmeyen bir büyüme değil elbette. O yüzden 'nasıl bir büyüme?' diye sormanın zamanı geldi de geçiyor bile!