Bu; o hava değil, bu bir başka hava -(TAMAMI)
Gezi parkı protesto ve direnişlerinin tüm yurda yayılmasının nedenleri üstüne öylesine çok şey yazılıp çizildi ki, bunlara yeni bir şey eklemek çok zor. Kısacası tüm bu nedenleri, birikmiş bir öfkenin patlaması olarak nitelemek mümkün.
Bir öfke nasıl birikir? Herhalde son on yılın, yalnızca kültür-sanat alanındaki olaylarına bakarak bile bunun yanıtını vermek kolay.
Neler yaşanıp, neler söylenmedi ki...
Son örnek emek sinemasıydı. Toplumun onca hassasiyet gösterdiği bu tarihi sinemaya karşı yapılan haksızlık bile kendi başına bir neden. Üzerinde yıllarca yazı yazılıp yıkılmaması için her bir yasal protestonun yapıldığı bu sinema, sırf kimilerinin inadından birkaç kişinin karşı konulmaz hırsına yenik düşüp, yok olup gitti.
Emek sinemasının yıkılması üzerine ilgili-ilgisiz herkesin söyledikleri bir kez daha anımsanıp alt alta yazılsa, yalnızca siyasal iktidarın değil, onun yandaşlarının, satılık kalemlerinin ve de bir diğerlerinin söyledikleri bir ibret vesikası olarak kentçilik tarihimizin unutulmaz utanç sayfaları arasında yerini alır.
Yıkılıp yerine AVM yapılan Saray (eski Glorya, Lüksemburg), Lüks, Rüya, Taksim, Elhamra vs sinemaları için de benzer şeyleri söyleyebiliriz.
Ama bu tüm yıkımlar sinema salonlarına özgü bir şey olsaydı, sonuçta belki öfkemiz bu denli olmazdı.
***
Ama sinema alanından arkeolojiye de sıçradı. İstanbul’un tarihini değiştirecek belge-bilgilerin bulunduğu bir alan için “ birkaç çanak çömlek parçası” yakıştırılmasının yapılması, bu işin yalnızca sinema alanıyla değil, arkeolojiyi de kapsadığını ortaya çıkardı. Tarihi eserler açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında bulunduğumuz unutularak, bu sözlerle yalnızca arkeolojiye verilen değer değil, onun da ötesinde, aynı zamanda dünyanın en çok tarihi eser kaçakçılığının olduğu bir ülkede, uluslararası kaçakçılara ödün verildiği içinde öfkemiz biraz daha çoğaldı.
Ama bu kadarla da kalınmadı...
Şehir Tiyatroları üzerinde düzenlemeler, AKM’nin yıkılma isteği ve adından sansür tarihimizde eşi benzeri görülmemiş, hiçbir yasallığı olmayan bir sansürle TV’de oynayan bir dizinin yayından kaldırılma isteği, bu öfkemizi daha da çoğalttı.
Gazeteci ve aydınların tutuklanması, Fazıl Say’a açılan davalar, Orhan Pamuk’un neredeyse linç kültürüne tutsak edilmesi, yasaklanan klasikler, kaldırılan sergiler, kırılan, “ucebe” deyip yerinden sökülüp yok edilen heykeller vs.
Yalnızca bunlar mı? Dış politikadaki tutarsızlıklar, sanatı ve kurumlarını denetim altına alma istekleri, her içki içenin ayyaş, her kürtaj yaptıranın bilmem ne olduğu bir ülkede öfkenin doğurganlık kazanıp büyümemesi dolup sokaklara taşmaması, bir çığlık gibi tüm yurtta yankılanmaması mümkün mü?
Bugün doğurup çoğalan öfkenin, zamanla olgunlaşınca neler yapabileceğini görmemek ya da görmemezlikten gelmek mümkün mü...
Bu; o hava değil, bu bir başka hava....