Bunlara ilk kez tanık olduk -(TAMAMI)
Türkiye’nin başına gelenlerin nedenlerini ne Taksim Gezi Parkı gösterilerine, ne tencere tava çalanlara ne ona ne şuna ne buna bağlamayın. Asıl sorunlular devletin en tepesinden en aşağısına doğru görev yapan kadrolardır. Öyle bir koşullandırılmışlardır ki; aldıkları emri demir yapıp gençlerin kafasına indirmektedirler. Polis gücü artık o eski polis gücü değildir, devletin ordusu o eski ordu değildir; hatta sokaktaki zabıta memurları bile belediye başkanlarının meşrebine uygun hareket etmektedirler. Siz silah kullanılan bir sokak kavgasında 10 kişinin ölüp 20 kişinin yaralandığına hiç tanık oldunuz mu? Ya da Ceylanpınar’da Suriye tarafından gelen mermilerin, masasında oturmuş bir lokma ekmeğini yiyen fukaranın göğsüne saplanıp adamcağızın hastanelik olduğuna tanık oldunuz mu?
Polis görevini unuttu!
Polis, asıl görevi olan vatandaşını korumak, asayişi düzenlemek yerine, sanki birer siyasal parti memuru gibi çalışmakta ve devletin imkânlarını kendisini vergileriyle besleyen devletin vatandaşlarına karşı kullanmaktadır. İstatistikler gösteriyor ki, Türkiye bugüne dek bu kadar çok asayiş olayıyla karşı karşıya kalmamıştır. Darp, hırsızlık, milletin gözü önünde adam kaçırma ya da elinde palayla kadınları kovalama, en önemlisi öldüresiye dövülen genç bir vatandaşın bilmem kaç gün komada kaldıktan sonra öldüğü anlaşılınca ilgili ilin valisinin: “Canım o delikanlıyı polis kıyafetinde kendi arkadaşları dövmüşlerdir de suçu polisin üzerine atıyorlar” dediğine, arkasından İçiş-
leri Bakanı’nın birden bire kaybolan MOBESE kameralarının filmlerini ele geçirince:
“Elbette Vali Bey’in konuşmalarını da soruşturuyoruz; suçluları ortaya çıkaracağız” dediğini işittiniz mi?
Türkiye’nin 10 yıl 9 ayda geldiği nokta, Aziz Nesin’in ömrü boyunca yazdığı komik hikâyelerden ayırt edilemeyen asayiş olaylarına döndürüldü de hiç kimsenin gıkı çıkmıyor. Ana muhalefet liderinden ne ses var, ne nefes...
Suriye sınırındaki jandarma güçlerini geri çektiler, orada Kara Kuvvetleri devir-teslim töreni yapıyor. Ordu artık ülkenin içişlerine karışmayacak, kışlasına çekilip dış düşmanı bekleyecek ya! Karşıdaki düşmansa, düşmana göre hareket edilir, orduyu kışlasına kapatıp polisi cepheye sürmek ve kendi insanlarını darp ettirmek ne kadar ayıpsa bugün gördüğümüz manzaralar da o kadar dehşet verici sonuçlar doğurmakta.
TSK’nın en kutsal, en onurlu günü artık şenliklerle değil, Çankaya’da türbanlı eşler gölgesinde yapılacak ve buna üzülen, sesini çıkaran Silivri’yi boylayacağını biliyor. Hiç bayramını kutlamaktan korkan ordu gördünüzü? Ben görmedim ve içim kan ağlıyor.
Suç kimin?
Allem edip kallem edip önümüzdeki sorunların üstünü örtmeye çalışacağımıza, ne olur birazcık devlet adamı niteliğinin ne olduğunu incelesek ve bir zamanlar doktor Refik Saydam’ın ifade ettiği gibi: “Devlet mekanizmasını A’dan Z’ye kadar bozulmasını önleyebilsek.”
Hadi diyelim ki -Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle- iktidarın başı diktatörlüğe özeniyor. Önüne geç, demokratik mekanizmaları işletsene. Meclis’te yapılacak demokratik hareket hiç mi yok?
“Sayın Kılıçdaroğlu, kuzum söyler misiniz, Irak’a gidip orada can güvenliğiniz açısından endişe ettiğinize göre ve yanınızdaki heyetteki kadınları çarşafa soktuğunuza göre ve geçen gün size sorduğumuz soruların hiçbirini sormayıp yanıt da almadığınıza göre, Bağdat sokaklarında seyranın ne anlamı vardı?”
Bir değerli hanım meslektaşım şöyle diyordu:
“Kılıçdaroğlu Genel Başkanlığı, Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na bırakmış; partiyi o idare ediyor. Onun da kim olduğunu biliyorsunuz.” Bir tarafta PKK’nın yeni ortaya çıkan ve konuşan ama tehditkâr konuşan yeni 2 numaralı sorumlusu Bayık tehdit ediyor:
“Açılımı istediğimiz gibi yürütmezseniz yakarız ha” diyor.
Öbür taraftan İran: “Önce Suriye ile dış politikanızı düzene sokun, sonra bize gelin” dercesine Dışişleri Bakanı’nı yanıtlıyor.
Diğer taraftan Başbakanlık’taki başdanışmanlar aralarında gülüşerek: “Bu, dış politikada yenilgidir” diyorlar. “Ama yalnızlık muhteşem yalnızlıktır” demeye cüret ediyorlar. Bu, şaka değil, gazeteler yazıyor
Ah o danışmanlar, ah ki ne vah?..
Sayın Başbakan’a dostça sesleniyorum: Sizi tehlikenin ta kucağına iten danışmanlarınızı ve yine sizi dış politikada uçurumun ta kenarına kadar sürükleyen, şu devamlı gülümseyen ve hayali kaf dağlarındaki masalları bile aşan Dışişleri Bakanınızı ya değiştirin ya haddini bildirin. Türkiye’nin 90 senelik dış politikası bakın 11 yılda ne hale geldi ve tahmin ediyorum ki siz de bu yüzden çok muzdaripsiniz. Yüz hatlarınız belli ediyor da...