A+
A-
Çağdaş sanat nereye?
Yayınlanma:
Güncellenme:
Bağlantıyı Kopyala
Çağdaş sanat aslında ne söylemeye çalışıyor? Dahası çağımız düşünürleri onu ne olarak anlıyorlar ya da anlayamıyorlar da girilen yeni yola olumsuz yaklaşıyorlar?
Bu sorunun cevabı çok basit aslında: Çünkü çağdaş sanat hem sanatın, bilimin, kültürün entelektüel mecrasından koparılıp uzaklaştırıldı hem de hiç gerekmediği ve hak etmediği anlamda modern sanata karşı -yapay gerekçeler ve biçimlemelerle- konumlandırılmaya çalışıldı. Daha doğrusu kendisine kaldıramayacağı öylesine büyük ve anlamsız bir misyon yüklendi. Bu sapmayı gerçekleştirenlerse, sanatçılardan çok, tamamıyla neoliberal küresel sistemin bütçesi ve o bütçeye paralel ideolojik enstrümanlar...
AYDINLANMA KARŞITI
Sözüm ona bu duruma karşıymış gibi yazılar yazan çağdaş sanat yazarlarından değerli Ali Artun'a göre; sanat tarihi gerçekte bilim tarihi gibi akılcı, nesnel bir rota izlemiyor. O yüzden de her yeni dönem, önceki dönemin sanatına karşı bir tür “inkârdan ve nefretten besleniyor”. Örneğin Rönesans sanatı, kendisinden önceki dinsel, tanrısal Gotik sanata karşı oluşmuştu. Bu bağlamda modern, klasiğe; çağdaş, moderne; avangard ise belirli bir dönem ve sanat anlayışından çok topyekûn sanata karşı durarak kimlik kurmuştu -ki doğru.
Ne var ki, aynı zincirin son halkası olması gereken çağdaş sanat için bu ardışık itiraz ve dizilişin gerçekleştiğini söylemek zor. Çünkü çağdaş sanat neoliberal küresel müdahale ve manipülasyonlar ile çağdaşlaşma ve aydınlanma devrimine karşı konumlandırıldı. Buna bir de ne olursa olsun türü kof ve kimliksiz bir “yeni”lik hastalığı merakı eklenince iş iyice zıvanadan çıktı.
Bana kalırsa, çağdaş sanatın çağında söylemesi gereken muhtemel kavramlar, sözler böylece tümden kontrol altına alınmış oldu ya da zaten artık “söyleyeceği bir şeyi kalmadı”.
Sözüm ona bu duruma karşıymış gibi yazılar yazan çağdaş sanat yazarlarından değerli Ali Artun'a göre; sanat tarihi gerçekte bilim tarihi gibi akılcı, nesnel bir rota izlemiyor. O yüzden de her yeni dönem, önceki dönemin sanatına karşı bir tür “inkârdan ve nefretten besleniyor”. Örneğin Rönesans sanatı, kendisinden önceki dinsel, tanrısal Gotik sanata karşı oluşmuştu. Bu bağlamda modern, klasiğe; çağdaş, moderne; avangard ise belirli bir dönem ve sanat anlayışından çok topyekûn sanata karşı durarak kimlik kurmuştu -ki doğru.
Ne var ki, aynı zincirin son halkası olması gereken çağdaş sanat için bu ardışık itiraz ve dizilişin gerçekleştiğini söylemek zor. Çünkü çağdaş sanat neoliberal küresel müdahale ve manipülasyonlar ile çağdaşlaşma ve aydınlanma devrimine karşı konumlandırıldı. Buna bir de ne olursa olsun türü kof ve kimliksiz bir “yeni”lik hastalığı merakı eklenince iş iyice zıvanadan çıktı.
Bana kalırsa, çağdaş sanatın çağında söylemesi gereken muhtemel kavramlar, sözler böylece tümden kontrol altına alınmış oldu ya da zaten artık “söyleyeceği bir şeyi kalmadı”.
SUÇ ORTAKLIĞI
DADA'nın önemli isimlerinden Tristan Tzara, daha I. Dünya Savaşı’nın ortasında “Sanatın insanların ona atfetmeyi pek sevdikleri tanrısal ve evrensel hiçbir değeri yoktur.” deyip “hayatın en değerli tezahürü”nün de sanat olmadığını ileri sürmüştü.
Çağımız düşünürlerinden Frederic Jameson ise çağdaş sanatın -öyle iddia edildiği gibi- söylediği ciddi bir şey olmadığını, olsa bile bunun “bir hayat taklidi” olmaktan öteye geçemediğini söylüyor.
Baudrillard'a göre ise çağdaş sanat günümüzde bir tür medyaya dönüştürülmüştür. Hakkında çok konuşuluyor, çok yazılıyor, kitaplar yayınlanıyor ama yine de söylediği yeni, önemli ve ciddi bir şey yok. Kaldı ki çağdaş sanat hakkındaki “bu zoraki konuşmalar, anlamlandırma çabaları, bilgiçlik gösterileri, yaratıcılar ile tüketiciler arasında bir suç ortaklığı”na dönüşmüş durumdadır.
Deleuze ise çağdaş sanatın bir “direnme aracı” olduğunu söylüyor. Fakat hemen arkasından da bankalar sistemine dahil olma uğruna kendi doğal yatağını kaybettiğini belirtiyor.
DADA'nın önemli isimlerinden Tristan Tzara, daha I. Dünya Savaşı’nın ortasında “Sanatın insanların ona atfetmeyi pek sevdikleri tanrısal ve evrensel hiçbir değeri yoktur.” deyip “hayatın en değerli tezahürü”nün de sanat olmadığını ileri sürmüştü.
Çağımız düşünürlerinden Frederic Jameson ise çağdaş sanatın -öyle iddia edildiği gibi- söylediği ciddi bir şey olmadığını, olsa bile bunun “bir hayat taklidi” olmaktan öteye geçemediğini söylüyor.
Baudrillard'a göre ise çağdaş sanat günümüzde bir tür medyaya dönüştürülmüştür. Hakkında çok konuşuluyor, çok yazılıyor, kitaplar yayınlanıyor ama yine de söylediği yeni, önemli ve ciddi bir şey yok. Kaldı ki çağdaş sanat hakkındaki “bu zoraki konuşmalar, anlamlandırma çabaları, bilgiçlik gösterileri, yaratıcılar ile tüketiciler arasında bir suç ortaklığı”na dönüşmüş durumdadır.
Deleuze ise çağdaş sanatın bir “direnme aracı” olduğunu söylüyor. Fakat hemen arkasından da bankalar sistemine dahil olma uğruna kendi doğal yatağını kaybettiğini belirtiyor.
ÇAĞDAŞ SANATIN SONU MU?
Bir dizi “sonlar teorisi”nin devamı sayılabilecek “sanatın sonu”nun geldiğini, bir tür beyin ve estetik “ölümün” gerçekleştiğini öne süren Donald Kuspit de, çağdaş sanatın artık tümüyle piyasa mantığına teslim edilip tüketim kültürüne eklemlendiğine işaret etmektedir. Çoğu çağdaş sanatçının -her anlamda- bir ekonomik değişim değerini ambalajladıklarını bu yüzden de sanatın da, çağdaş sanatın da devre dışına atıldığını iddia ediyor.
Paul Virilio ise daha da ileri gidiyor. Ona göre, çağımızı sarmış bütün pislikler, insani kirlilikler çağdaş sanat üzerinden aklanmaya çalışılmaktadır.
Fakat yine de insanlığın, genel olarak sanattan ya da çağdaş sanattan tıpkı iyi bir inekten hep bol süt vermesi beklendiği türden pratik bir beklentisi halâ devam ediyor.
Paul Virilio ise daha da ileri gidiyor. Ona göre, çağımızı sarmış bütün pislikler, insani kirlilikler çağdaş sanat üzerinden aklanmaya çalışılmaktadır.
Fakat yine de insanlığın, genel olarak sanattan ya da çağdaş sanattan tıpkı iyi bir inekten hep bol süt vermesi beklendiği türden pratik bir beklentisi halâ devam ediyor.