24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çakallar, ifritler muhterisler...

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

YÜZÜNÜZ SİZİN Aynasız kalmak demeli buna. Görmeyen, bakmayan, hissetmeyen...Bakışsız yaşamak öte adı. Çünkü her yere kolaylıkla sızıyorsunuz. Gösteriş budalası olduğunuzdan, elinizdeki kandille gezinmeyi hüner sanıyorsunuz. Bir yanınız tufeyli, öte yanınız çakallar soyundan. Çağımızın yetiştirdiklerinden yani. Çalmak en büyük hüneriniz: Rol çalmak, ruh çalmak, akçe çalmak...Yüzünüz sizin, yüzsüzlüğünüzü anlatır daha çok.
BUDALALIK ÇAĞI Yakışanı yaptığınızı söylüyorsunuz her yerde. Tufeyliliğin birincil özelliğidir bu. Çünkü bukalemunlukla budalalık aynı yerde nefes alır. Kafdağı’nın ardı sandığınız bir ülke yarattınız kendinize. Tepinerek yaşayıp, öğüterek soludunuz. Kir ve pas kokan nefesinizle yalanlar bahçesi kurdunuz bir yandan. Ne emek vardı gözünüzde ne de insan onuru. Vaşak gibi bakıyor, sansar gibi kaçıyordunuz yalanla ördükleriniz duyulunca. Ama daha çok, şairin; “Akrep gibisin kardeşim,/ korkak bir karanlık içindesin akrep gibi” şiirini yakıştırıyordum sizlere. Budalalık çağının cüceleriydiniz, farkında değildiniz. Bilmiyordunuz doğanın yasalarını. Suyun kaç derece ısındığını, ateşin nasıl yandığını, uranyumun nasıl dönüştüğünü...Yaşamda “temel itici güç”ün ne olduğu ise umurunuzda değildi. Oysa, Marx tanımlamıştı sizin gibileri: Tufeyli. Bilmiyordunuz çalışmak aynı zamanda kendini üretmektir. Sizse her şeyi tüketmek için vardınız. Gelip dayandığınız duvar hem tükettiklerinizi hem de budalalığınızı anlatıyordu biraz.
FARKINDA OLMAK Bir çıyanı kınayamam. Doğada yeri olduğuna göre değeri de vardır. Peki, aklı olan bir canlıyı neden kınarız, eleştiririz, örseleriz kimi zaman? Yaptığı eylemin verdiği zararlar, açtığı yaralar, getirdiği yıkımlardır elbette bizi tepkisiz bırakmayan. Şu da var ki; çağımız soysuzluğun önünü açıyor ha bire. Küresel kapitalizmin hayatı yağması kadar, insanda da ruh kamaşmasına yol açıyor. Yıkıcılığın kökenleri burada aranmalı elbette. Kapitalizmle yeni tanışan ülkemiz ne idüğü belirsiz “yeni insan” prototipini yarattı. Her gün her yerde, her olay ve durumda karşımıza çıkıp duruyorlar. Değer yaratmadan her şeyi değersizleştirerek bir hamam böceği gibi yaşıyorlar. Artık dilimize yerleşti şu kavramlar, deyimler: vole vurmak, köşeyi dönmek, kafa koparmak, para her kapıyı açar...Harikasın, kendine iyi bak, önemlisin, ortak noktamız yeni telefon numaran! Oysa çürüme her yanda. Değer yitimi, yozlaşma, ikiyüzlülük, aldatma, yalan, muhteris bir gözün hem canı hem de sancısı. Emek nedir bilmezsiniz, üretmenin nasıl bir değer olduğunun çok uzağındasınız. Bilgi, beceri çok ötenizde: ancak gösteriş budalalığında varsınız. Ortak yaşama kültürü nedir, insana saygı neden gereklidir, hayatın sürekliliği nerededir bilmezsiniz. Ama ancak tüketerek var olduğunuza inanırsınız. İnsan tüketmekte de üzerinize yoktur. Oysa farkında olmak soylu bir davranıştır. Dönüp bakmak, “ne yaptım, ne yapıyorum” demek de...
ÇIKIŞSIZ YOL Bir korosunuz siz. İki sesli, iki tınılı, iki ben’li. Yalansınız siz. Paul Auster’ın karakteri “bay boş” gibisiniz; sinik, muzdarip, yalancı, korkak...Evet, yalansınız siz; çıkışsız yol işaretleri gibi...Dönülmez, bakılmaz, geçilmez, güvenilmez. Bir zamanlar yol işaretlerinizde; “her şey mubahtır,” yazıyordu. Her şeye geçit veriyordu ruhunuz, aklınız. İnsan emeğini hiçe saydığınızın farkında bile değildiniz. Sonradan görmelik yakan bir toptu sizin avucunuzda. Yalansa lavlardan kalan kül. Tepinip durdunuz ha bire burada. Kimin bu ülke demediniz hiç! Kimin bu yer bakmadınız hiç! Kimin bu konuştuğumuz dil bilmediniz hiç! Kimin bu yalan görmediniz hiç! Bir çakaldınız belki; yolsuz, izsiz... Belki de ifrittiniz eski masallardan çıkıp gelen! Ama ben, yalanlarınıza bakarak sizi muhterisler safında görüyorum daha çok. Sabahımızı çalan, göz nurumuzu tüketen, insan onurunu aşağılayan; ancak tükettikçe var olduğunu sanan bir hiçsiniz belki de! Evet; açın Elias Canetti’nin “Körleşme”sini okuyun isterseniz. Söylediklerim ne bir eksik, ne bir fazla. İnsan soyu eğer ruh/duygu kamaşmasını yaşıyorsa; çakallaşır, ifrit içindeki zehir, muhterislikse ruhundaki kamaşmanın acısıdır.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları