Çanlar kimin için çalıyor? -(TAMAMI)
Ernest Hemingway’ın ünlü romanın ismi olan bu başlık, tahmin ediyorum bugüne kadar yüzlerce kere yazılara başlık olmuştur.
Roman, İspanya iç savaşında faşistlere karşı mücadele eden bir ABD’liyi anlatmaktadır.
Bu nedenle ülkede siyasi iktidarların otoriterleşme tavırlarının yükselme gösterdiği her dönemde bu başlık atılır.
Başbakan, pazar günü Konya’da işadamlarına seslenirken kuvvetler ayrılığını, kendi yönetim anlayışı için ciddi bir engel olarak gördüğünü açıkça ilan etmiştir.
Başbakan’ın arzusu bütün gücü kendi elinde toplayarak bu ülkeyi yönetmektir. Nitekim, Türk tipi başkanlık sistemiyle, Konya’da söyledikleri çok örtüşmektedir.
Kendisinin şekillendirdiği ve yönlendirdiği yargı bile artık Başbakan’a ayak bağı olarak gelmektedir, Başbakan’ın bu yargıya bile tahammülü kalmamıştır.
Başbakan’ın bilmediği, yanındaki kendini anayasa hocası zannedenlerin de bilemediği bir şey var ki, hiçbir güç/sayısal çoğunluk “Anayasanın kimliğini imha” yetkisini onlara vermemektedir.
Bu ne demektir?
Bu şu demektir: Anayasayı değiştirme iktidarının/gücünün, anayasanın belli temel özelliklerinin değiştirilmesini kapsamadığını, yani bizim anayasamızın temeli olan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırma yetkisini, bu meclise ve ileride oluşacak olan TBMM’lerine de vermediğidir.
Bir adım sonrası
Bu kuvvetler ayrılığını 1961 ve 1982 Anayasalarında yürürlüğe sokan kurucu iktidarlar, mevcut değerlerle, örneğin kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliği gibi değerlerle, bu toplumun tarihinde yaşanmış olayların birlikte değerlendirilmesi sonucunda kuvvetler ayrılığını benimsemişlerdir.
Yani şu andaki TBMM’nin de böyle anayasanın temel özelliklerini değiştirme hakkı ve yetkisi yoktur.
Ama bizim siyasi yaşamımızda, kendini devleti yönetmekte yeterince özgür saymayan liderler, zaman zaman özellikle de ekonomik bunalımların kapıda bulunduğu dönemlerde bu tür taleplerde bulunmuşlardır.
Başbakan çelişkiler içindedir. Bir taraftan askeri vesayetten, bürokratik oligarşiden bahis ederken, her şeye kendisinin egemen olduğu güçlü ve merkezi bir devlet yapısını savunmaktadır.
Başbakan’ın hayal ettiği sisteme göre “yasama, yürütme ve yargı her şey onun emri altında olsun, kimse onun devleti yönetme iradesine müdahale edemesin” şeklindedir.
Bunun bir adım sonrası Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in, CHP Milletvekili Engin Özkoç’un, “Başbakan’ın tek hedefinin eğitimi, kendi siyasal amacına ve kendi başkanlığına biat edecek nesiller yaratmak için kullanmak olduğunu” söylemesi üzerine “Aynen öyle” demesiyle de ortaya konmuştur.
Yine mağduru oynuyor
Cumhuriyet Halk Partisi’ni, “tek parti diktatörlüğünün ürünü” olarak suçlayan Tayyip Erdoğan, şimdi kendisi adım adım, nihai hedefi bir ailenin egemenliği olan otoriter bir rejime, Bonapartist bir diktatörlüğe yönelmektedir.
Önce basın susturuldu ve diz çöktürüldü. Modern demokrasilerde dördüncü güç olan basın diz çöktürülürken buna tepki verilmedi.
29 Ekim ve 10 Kasım’da verilen tepkiler, o zaman basına yapılan baskılar karşısında verilseydi, bugün çok daha etkili, denetim görevini en iyi şekilde yapabilen, daha geniş bir basınımız olurdu.
12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile yargının taraflılaştırılması, iktidarın bir organı haline getirilmesi; bu sistematik geçişin etaplarından biriydi, ona da tepki verilmedi. Diz çöktürülmüş, uysallaştırılmış kalemşorlar tarafından da bu operasyonun, halkın yararına olduğu yalanı pompalandı.
Tayyip Erdoğan, önünde kendisine “dur” diyecek hiçbir organ kalmamasına rağmen, her zaman yaptığı gibi, mağduru oynayarak “Her şeyi düzeltecek ama hareket alanını daraltanlar var” yalanlarıyla halkın da desteğini almış olarak, Bonapartist bir diktatörlük kurma hevesinde.
İşte bütün bu nedenlerden dolayı çanlar Türk Ulusu için çalıyor.