10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 16°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

ÇARE -1: Örgütlü toplum -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

75 milyonu aşan nüfusuyla, Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklarıyla bu ülke bu denli çaresiz ve suskun olmamalıydı.

Çoğu insan sanır ki; Mustafa Kemal isminde bir Komutan 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkmış oradan Anadolu toprakların ayak basar basmaz Erzurum’da bir kongre toplamış ve gerisinde peşine takılan halk ile ulusal bir savaşı arkasından o “Muhteşem Devrim hareketini” başlatmıştır. Çaresizlik içinde bulunan bir topluma verdiği güvenle 7 düvele karşı savaşarak kahraman olmuştur. Bunlar doğru ama eksiktir.

Mustafa Kemal Adana’da Ordular Grup Komutanı’ydı. Mondros’u okuduktan sonra yanındakiler ona sordu:

“-Paşam ne düşünüyorsunuz, şimdi ne yapacaksınız?” Daha genç bir Osmanlı subayıyken kendisini muhteşem ve zorlu günler için hazırlayan Gazi şöyle yanıtladı:

“-Mütareke ahkamını- içeriğini- içime sindiremedim. Ne gerekiyorsa onu yapacağım.” İşte o gerekeni yapmanın tek yolunun koşulları eksik olan büyük ulusal savaşa girmeden önce biliyordu ki; çökmekte olan bir imparatorluk vardır ve çaresizliği derindir. O çaresizlik içinde toplumsal örgütlenme henüz sürmektedir. O nedenle harekete geçmek için orduları elinden alınmış bir komutan olarak İstanbul’da tam 6 ay beklemiştir.

İşte o sıralarda toplumsal örgütlenme başlamıştı. Onur Öymen kitabında şöyle yazar: “Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sona ermesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da sonun başlangıcı oldu. İstanbul’daki hükümet, Anadolu’da ve Trakya’da kimseye söz geçirebilecek durumda değildi.” (Onur Öymen-Demokrasiden Diktatörlüğe)

Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından ve İstanbul’un işgalinden sonra Saray ve işbirlikçi Başbakan güçsüz ve teslimiyetçi bir durumdaydı.

Örgütlenme ve kongrelere doğru

Henüz Atatürk Samsun’a çıkmamıştı. Anadolu’da ve Trakya’da halk halk temsilcileri kongreler yapıyor, sadece yerel sorunlar değil, batmakta olan imparatorluğunun durumu da görüşülüyor ve bir çare, “halkın önüne düşecek bir lider” bekleniyordu.

O Mütareke İstanbul’unda basın ya felç, ya da işbirlikçiydi. Halkın ve bireylerin sesini, tepkilerini duyuracak bir yayın organı yoktu.

İngiliz Muhibleri, Kürt Teali Cemiyetleri, fırsat kollayan Ermeni terör kuruluşları İstanbul’da itilaf devletleriyle işbirliği halindeydi. İngiliz Büyükelçiliği faaliyetteydi. İşgal Kuvvetleri Komutanı, kendilerine yakın sandığı okullara gidip, Sevr propagandası yapıyordu. Boğaziçi Amerikan Koleji’nde moralini bozan bir manzarayla da karşılaştı. Yanında Büyükelçiyle bir sınıfa girdi. Öğrenciler ayağa kaldırılmıştı. Ama bir öğrenci oturmaya devam ediyordu. Komutan kara kuru kıza yanaştı ve sordu: “-Herkes ayağa kalktı, siz neden kalkmadınız?” Türk öğrenci yanıtladı:

“-Siz ülkemizi işgal eden kuvvetlerin komutanısınız. Bir Türk kızı asla düşmanın önünde ayağa kalkmaz.” Anlaşılır bir İngilizce’yle konuşan kız çocuğuna adını sordu.

“-Adım Tezer...” O unutulmaz Türk kızı Ağaoğlu Ahmet Bey’in kızıydı. Sonradan bir eğitimci olacak ve bizim kuşak Yurttaşlık Bilgisi derslerini Tezer Taşkıran’ın kitaplarından okuyacaktı. Kardeşi de DP iktidarının unutulmaz hatibi, Samet Ağaoğlu’ydu.

Kurtuluş hareketi genişliyordu. Türk halkı Atatürk Samsun’a çıkıp Erzurum’a vardığında anladı ki maya tutmuştur. Lider O’dur.Sonra dernekleşme süreci başladı. Yeni cemiyetler kuruluyordu. Müdaafayı Hukuk bunların en önemlisidir ve sonradan CHP adıyla partileşecektir. Kurtuluş Savaşı’na bu örgütlenmelerle giriyorduk. Ordu, silah, mermi, elbise, askerin ayağına giyecek postal yoktu. Para da yoktu. Ama örgütlenmiş bir toplum inandığı liderin arkasındaydı. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 ile Ankara’da TBMM’nin kurulduğu 1920 tarihi arasındaki o heyecanlı sürece -17 ay- ‘Kongreler dönemi’ denilmektedir. Yani örgütlü ve birbirine inançla bağlanmış savaşa da zafere de hazır bir uluslaşma süreci.

O halde halk inandırıcı liderlerini bulursa Kongreler Dönemi her koşul altında yaratılabilir.

Bir gün emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt şöyle demişti: “-İçinde bulunduğumuz durum, 19 Mayıs 1919’daki durumdan daha kötü değildir”

Bu demektir ki: Çaresizlik kader değildir ve her zaman örgütlü toplum yaratılabilir. İşte çare bu efendiler.

Yarın- Çare-2: Atatürk’te birleşmek