Çare: Toplumsal direniş-(TAMAMI)
Ülkemizde meydana gelen olaylara baktığımızda toplumun çaresizlikten bunaldığını görmemek elde değil. Toplumun tüm kesimleri önceden tespit edilmiş bir plan uyarınca ya bölünüyor ya da medya gibi, TSK gibi güçlünün yanında yer alıyor.
Muhalefet deseniz onun varlığıyla yokluğu fark edilmiyor bile. Gökyüzünde uçaklarımız uçmuyor. Neden? THY işçilerine yasayla konulmak istenen grev yasağı. Oysa Hava İş Sendikası belki kurulduğundan bu yana hemen her iktidar döneminde, ya grev kartını göstererek uzlaşmayı sağladı ya da kısa süreli grevlerle sorunlarına çare bulmayı başardı. Şaşacaksınız ama Türk işçi hareketinin yani sendikal özgürlüklerin işçilere verilmesini sağlayan tek parti devri iktidarı yani milli şef dönemi de değildir. O yıllarda işçilere verilebilen sadece çok önemli ve stratejik bir yer altı kaynağı olan Ereğli Kömürleri İşletmesi işçileri için Zonguldak’ta “amele birliği“ adı altında bir kuruluştu. 1950 seçimlerine giden DP’nin seçim bildirgesinde yer alan en önemli madde sendika kurma ve grev hakkıydı. O günleri bu günler gibi anımsıyorum. Ailemizin geçimini sağlayan ağabeylerim Elazığ’ın Maden Bakır İşletmeleri’nde hem demokratik parlamenter hayatın ilk hareketi olan DP’ye omuz hem de işçi hareketlerine destek veriyordu. 1950’nin aydınları, bürokratları bölgeye sadece Batı’nın kültür mirasını taşımadılar. Aynı zamanda meydanlarda kurulan sandalyeden ibaret kürsülerde sendikal ve emek hakkını savunuyorlardı. İşte DP’yi iktidara getiren arkasına aldığı bu aydın ve emekçi toplumsal desteğiydi. Maden başçavuşları, küçük ilçenin aydın bürokratları biliyorlardı ki “emek kutsaldır” ve ancak emeğin hakkını vererek toplumsal kalkınma sağlanabilir.
Demokraside emek ve sermaye ilişkileri
Cumhuriyet Osmanlı’dan yıkılmış bir ülke, işgalden kan ve gözyaşıyla kurtarılmış bir bozuk toplum yapısı ve Duyunu-Umumiye borçları almıştı. Kısa sürede fabrikalar kuruldu. Tek kuruş dış borç almadan ve borçlarını da ödeyen ümmetten bir ulus yaratıldı. 1950’de gelen DP Cumhuriyet’in nimetlerine sadakat gösteriyor “kalkınan Türkiye’yi” yaratıyordu. 1954 seçimlerinde DP’ye yeniden iktidar veren halkın memnuniyeti bundandır. Tarlaya traktör, silolara buğday, açılan fabrikalar sonunda ortaya çıkan sermaye emek ilişkisini dengeli kullanan iktidar keşke 1957’den sonra “Her mahallede bir milyoner yaratmak” için sırtını millete dönmeseydi. 1960’a böyle geldik. Sonra 1961 Anayasası’nda yer alan sosyal devlet ilkesi ve Ecevit’in çalışma bakanlığında çıkarılan 274-75 sayılı yasalar hep aynı dengeyi korudu.
Demokrasi işliyor, devir değişiyordu. Ecevit’in işçi babası olması ve 1973’te Başbakanlığa yürümesi bundandır. 12 Eylül bütün dengeleri alt üst etti. İşçileri, emekçileri haklarından mahrum etti. Yabancı sermayeye kapıları ardına kadar açan Özal Çankaya’ya çıktığında işçiler sokaklarda bağırıyorlardı:
“ Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı.”
Ondan sonra ülkemizin huzuru kaçtı. DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk zindandaydı. TÜRKİŞ ayakta ve yöneticileri iktidarlarla pazarlıktaydı.
Muhalefeti halk yapacak
2002 iktidarının Özal’dan devraldığı özelleştirme furyasında tüm ulusal değerlerimiz “babalar gibi” yabancılara satıldı. 2012’ye uzanan çizgide tek bir fabrika bacası tütmedi, tek bir yatırım ve istihdam sağlayan, iş gücü yaratan eser de yok.
Şimdi karşımızda cari açığını işçiden ve memurdan yapacağı kesintilerle sağlamak isteyen ve bunu bakanlarına söyleten bir iktidar var. İşçisi, emekçisi, çiftçisi, doktoru, eczacısı, sanatçısı, öğrencilerini yetiştirecek atama bekleyen öğretmenler, insan hayatının sorumluluğunu taşıyan THY personeli ayakta ve sokaklarda.
Peki bu açmazdan nasıl çıkacağız? Muhalefet yoksa muhalefeti halk yapacak. Cumhuriyeti koruyacak güç kalmamışsa Türk Gençliği meydanlara inecek. Yetmez. Aslında tek demokratik çaremiz ülkenin silahsız kuvvetlerini yani toplumsal demokratik güçlerini bölünmeden, parçalanmadan toplu bir direnişe götürerek iktidardan toplumu kurtarmak.