Çavuşoğlu Lübnan'da ve Esad'ı öpen Bin Zayed
Hariciye Bakanı Mevlut Çavuşoğlu pazartesi günü Tahran’daydı. Bu ayın sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran’ın yeni lideri Reisi ile bu ayın sonunda Tahran’da görüşeceğinin müjdesini verdi. Her iki ülkenin bakanları ve heyet üyelerinin açıklamalarına baktığımızda ziyaret gayet olumlu geçmiş. Afganistan, Suriye, Lübnan, Irak ikili ilişkiler konularında mutabakat takriben mükemmel. “Yayılmacı İran, başta Irak ve Suriye olmak üzere İslam coğrafyasına kara bulutlar misali Farisi ve Şii ajandası ile bir istila saldırısındadır” söyleminden “Viva Tahran” noktasına gelmiş olmamız iyidir. Gerçi yalaka medyamız ve politikacılarımızın dini-dar mezhepçi söylemlerinin zirve yaptığı dönemde bile İran-Türkiye hattında devam eden ticaret, finans, enerji ve diğer akçeli işler gayet güzeldi. Ama olsun hamaset ile beslenen kitlelerin ve bundan fayda sağlayan siyasetin bu kadar günahı kadı kızında da olurmuş. Şaka bir yana, tatlı-sert çekişme, rekabet, kavga ve söylemlere yansıyan meydan okuma politikalarına rağmen, 400 senedir başka ülkelerle kıyasla gayet seviyeli ve karşılıklı menfaatleri gözeten Ankara-Tahran münasebetlerinin istikrarlı seyretmesi bölge ve Âlem için önemli ve zaruridir. Türki-İrani muhabbeti İsrail, İngiltere ve ABD’yi daha çok rahatsız eder ama bu kadarı da olsun.
BU KADAR DA OLMAZ MI DİYORSUNUZ!
Tahran’dan sonra Çavuşoğlu Beyrut’a gitti. Ziyaretinin bu zamana denk düşmesi manidar değildi. Kendisi de zaten bu ziyareti, Türkiye’nin Lübnan ile dayanışma içinde olduğunu göstermesi için yaptığını ifade etti. Zira Lübnan dildaş ve gardaş olarak bildiği Suudi Hanedanlığınca hem siyaseten hem ticaretten cezalandırılıyor. Bir Lübnanlı Bakan Suudilileri Yemen Savaşında ortaya koydukları vahşetten dolayı eleştirmiş. Vay sen mi bunu yaparsın diyerek zaten sıkıntılar içinde kıvranan Lübnan’a külli ambargo uygulamış. Körfez dayanışması çerçevesinde Suudi kararına Birleşik Arap emirlikleri (BAE), Kuveyt, Bahreyn de destek vermiş. Onlarda Lübnan ile ilişkilerini kesmiş. İşin ilginç yanı Suudiler, BAE ve Bahreyn tarafından cezalandırılırken Lübnan’ın dayanışması ve desteğini alan Katar’da Suudilerin kuyruğuna takılmış ve Lübnan’a ekonomik ambargo uygulamış. Vay anasını diyelim ve inşallah Katar’ın Lübnan için gösterdiği vefasızlığın bir benzerini Türkiye için de yapmaz diye ümit edelim. Yok, yahu bu kadar da olmaz mı diyorsunuz!
İşte Çavuşoğlu bu hadiselerin yaşandığı dönemde Lübnan’a gitti. Irak, din ve mezhep ayırımı yapmadan tüm Lübnan’a yardım elini uzatacağımızı, iyi niyetli olduğumuzu ifade ediyoruz. Buna vurgu yapmamızın önemli bir sebebi var. Suriye, Irak ve Lübnan’da daha önce söylem ve eylemlerimize hakim olan Sünni Mezhepçi edebiyat, Lübnan’da özellikle Sünni Hariri ailesi ile özel münasebetlerin kurulması, Lübnan’ın Trablus Şam bölgesinde ikamet eden özellikle o bölgedeki Alevilere ve genelde Şiilere karşı derin bir kindarlık besleyen, kendilerini Osmanlı bakiyesi olarak tanımlayan Sünnilere Türk vatandaşlığı verildiği iddiaları bu kesim dışında kalan ezici çoğunluk nezdinde Lübnan’da Erdoğan hükümetine karşı ciddi bir karşıtlık oluşturmuştu. Türkiye’nin Lübnan ile kucaklaşmak istediği ifadesi pratikte ne kadar uygulanırsa Türkiye-İran, Türkiye-Suriye ilişkilerine de o derecede olumlu yansıyacaktır. Aksi takdirde bu söylemler kulağa hoş gelen nameler olarak kalacaktır. Zira Lübnan sahasında İran ve Suriye’yi es geçerek etkili olunması görülmemiştir.
Çavuşoğlu’nun ziyaretine bir parantez açıp bu noktada daha çok Dubai ile anılan Birleşik Arap Emirlikleri’nin boyuna kıyasla ortaya koyduğu bayağı etkili askeri ve diplomasi faaliyetlerine bir göz atalım. Dubai sadece bir finans, ticaret, turizm merkezi değil aynı zamanda bölgenin dört önemli ülkesi Türkiye, İran, Suudi hanedanlığı ve Katar ile rakip konumundadır. Arap Dünyasının liderliğine de taliptir. Bu konuda Mısır, Suriye ve Irak ile bilek güreşindedir. Ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek ama İsrail ile diplomatik ilişkileri resmileştirmesi ve Tel Aviv ile geliştirdiği özel münasebetler onu sadece İsrail’in değil İsrail’in de iplerini elinde tutan uluslararası Siyonist kuvvetlerin de takdirine şayan olmuştur.
Dubai, Suudi Hanedanlığına kıyasla daha seküler, hâkim aileyi rahatsız edecek söylem ve eylemlerden uzak durduğunuz sürece de Dünyanın hiçbir yerinde sahip olmadığınız “özgür” yaşam tarzını haddinden fazla yaşayabileceğiniz bir mekândır. Ancak bu şaşalı gökdelenlerin, sabahlara kadar süren gece hayatlarının, ünlülerin cirit attığı mekânların ve hayalinizi zorlayacak freni patlak tüketim furyasının arkasında bazen gayet saldırgan, bazen gayet dengeli ama genelde İsrail, İngiltere ve ABD’nin nasırına basmamaya çalışan bir idari anlayışın hâkim olduğunu görmekteyiz. Bu söylediklerimizi örneklerle temellendirelim; Yemen’e karşı ilan edilen zulüm savaşında Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen’e karşı savaşı başlatan Suudi Hanedanlığından daha çok işin içindedir.
YEMEN SAVAŞTA DEBELENDİĞİ SÜRECE BURALARDAN ÇIKMAYACAKTIR
1971’e kadar açık bir İngiliz üssü iken Londra’nın mübarek eliyle “bağımsızlığına” kavuşan BAE bugün askeri güç itibariyle 140 ülke içinde 36. sıradadır. Askeri harcamalar listesinde silahlanmaya en çok para harcayan ülkeler arasında 15’incidir. Yemen’in Kuzeyi ve Doğusunda asker bulundurmaktadır. Yemen’in Aden Körfezi, Sokotra ve Perim stratejik adaları onun işgali altındadır. Hint Okyanusu’nun parçası olan Umman ve Yemen denizlerini, Arap/Fars Körfezi ve Kızıl Denize açılan boğazları kontrol eden noktalarda olan bu adalara iki adet deniz ve hava üssü inşa etmiştir. Ayrıca Yemen ve Suudi hanedanlığın hemen karşısında Afrika kıtasında bulunan Somali ve Eritre’de askeri üslere sahiptir. Sakinlerine BAE’de ikamet ve çalışma, nüfuzlu kabile şeflerine vatandaşlık, ticaret imkânları ve yüklü miktarda paralar vererek kendisine bağlamaya çalışmaktadır. Birçok protesto eylemine maruz kalmasına rağmen her geçen gün Yemen adalarına ve Afrika’nın stratejik bölgelerine kök salmaktadır. Yemen savaşta debelendiği sürece de buralardan çıkmayacaktır.
YATIRIMLARIN KIYMETİ 300 MİLYAR DOLAR
Bu bölgelerin uluslararası ticaret için ne denli hayati olduğunu da hatırlatalım. ABD-Çin-İran-Türkiye-Rusya-İsrail-Avrupa siyaset, ticaret ve güvenlik rekabeti kavgasında Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Arap/Fars Körfezi denkleminde Yemen’in işgal ettiği geo-stratejik konum ve bu ülkenin başının neden savaş ve belalardan kurtulamadığı daha net görülür. İsrail’in BAE’ye neden bu kadar ehemmiyet verdiği daha iyi anlaşılır. Ama ve lakin BAE Hanedan ailesi bu konumunu ve üstlendiği misyonu gayet akıllıca kullanmaktadır. İran ile ilişkileri de gayet kuvvetlidir. 10 milyon nüfuslu BAE’de resmi verilere binaen 500 bin İranlı yaşamaktadır. Ülkede 8 bin İranlı Tüccar ve şirket kayıtlı bulunmaktadır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 15 milyar doların üstündedir. İranlıların BAE’nin de sahip oldukları yatırımların kıymeti 300 milyar dolardır. Evet, yanlış okumadınız yazıyla Üç Yüz Milyar Dolar.
İki koşu ülke İran ve BAE arasında 1971’de İran’ın benim Dubai’nin kendisine ait olduğunu iddia ettiği bazı adalar sebebiyle yaşanılan kavgalar, tarihi Arabi-Farisi rekabeti ve başkalarının gazıyla ortaya çıkan sertleşmeler hesaba katılmaz ise BAE-İran münasebetleri henüz bir savaş yaşamdı. İsrail-İran ilişkileri hangi evrelere geçer? Bunların arasında patlak verecek bir savaş halinde Dubai ne yapar? BAE İsrail-İran ilişkilerinin iyileştirilmesi için ne kadar başarılı olabilir? BAE, Arap Birliği evini yeniden düzene sokabilir mi, bu birliktelikten bir bölgesel güç yaratabilir mi? Tüm bunların cevabı BAE’nin Suriye ile inşa edeceği ilişkiler ile BAE’nin Türkiye politikalarının seyrinde yatmaktadır.
ANKARA’NIN ESAD İLE KUCAKLAŞMASI
Ama ve lakin burada sorulması gereken asıl soru şudur: Çok daha büyük mahfillerde pişirilen ama BAE eliyle hayata geçirilen Türkiye karşıtlığı için örülen şebeke (ağ) hangi bölgesel iş birliği ile nasıl parçalanır? Bütün oyunları alt üst edecek sihirli formülü usanmadan yazmaya devam edeceğiz. İstikrar, huzur, kuvvet ve kurtuluş reçetesi Ankara’nın Esad ile kucaklaşmasıdır. Bunun dışındaki çözüm ve arayışlar beyhudedir. BAE, Suriye savaşına en çok katkı yapan ülkeler arasındaydı. Türkiye, ABD, İsrail, Katar ve Suudi yanında Esad’ı devirmek için canla başla savaştı. Milyarlarca dolar harcadı. Ardından destek verdiği Müslüman kardeşler Örgütünü düşman ilan etti. Türkiye’nin terör örgütü Müslüman Kardeşler örgütünün hamisi olduğunu söyledi. Türkiye’nin Kürt halkına zulüm uyguladığını iddia etti. YPG/PKK ile flört etti. Hükümet medyasına ve yazarlarına binaen BAE 15 Temmuz 2016 terör gecesinde operasyonun içindeydi. Erdoğan’ın Suriye’yi parçalamak, yutmak ve şanlı Arabi Şam coğrafyasını karanlık Osmanlı dönemine götürmek istediğini iddia etti. Türkiye’ye karşı Arap Birliğini göreve çağırdı.
Birden Suriye ve Esad, Arabi kültürün, dirliğin, birliğin olmazsa olmazlarından oldu. Katar’ı Arabi düşmanlığında Osmanlı padişahı olmak isteyen Erdoğan’ın kuklası olarak tanıtmaya başladı. Çavuşoğlu’nun Tahran ve ardından Beyrut ziyareti öncesinde Şam’da bir ağır abi misafir vardı; BAE Dış İşleri Bakanı Abdullah Bin Zayed El-Nahyan (Türkçesi: Nahyan Aşiretinden Zayed Oğlu Abdullah) Esad’ın yanına gitti ve 11 yıllık bir hasretten sonra onu derin bir muhabbetle kucakladı. Esad’ı yıl sonuna kadar uygun görecekleri bir vakitte BAE Emiri Bin Zayed ile Dubai’de baş başa kuzu çevirmeye ve yemeğe davet etti. Yemek faslından sonra çay muhabbetinde Bin Zayed-Esad arasında konuşulacak en önemli sohbet konusunun Türkiye olacağından emin olmak için kâhin olmaya gerek var mı?