22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cem Yılmaz’ın son gösterisi: Mizahın durdurulamaz gücü

Gözen Esmer

Gözen Esmer

Site Yazarı

A+ A-

Politik Güldürü büyük ustalarının ölümünden sonra bir kenara itildi. Esasında toplumsal eleştiriyi barındıran komedi de basit bir kabareye döndü ve yüzeyselleşti diyebiliriz.

Bir avuç neoliberalin elinde can çekişen mizah ise toplumdan ve eleştiriden çok uzakta, Amerikancılığın propagandasını yapıyor. Ofansif mizah adıyla içi boşaltılan bir gösteri türü de cabası. Öylelerinde ‘hayvan’ gibi gülünüyor ancak.

Konumuz Türk mizahının geldiği durumun incelemesi veya eleştirisi değil. Ömrünü komediye adamış ve bugün kendi deyimiyle “bir ışık yakmak” isteyen, son gösterisiyle sahnede komik şeyler anlatan birinden hikâyeciye dönüşen Cem Yılmaz ve son gösterisi.

Gösteri yayınlandıktan sonra kamuoyunda tartışmalar başladı. Demek ki “ışık yandı”

Cem Yılmaz toplumun çarpıklıklarla, o yapmacık davranışlarla alay ettikten sonra yabancı sanılmaktan gurur duyan o züppeliği şu sözlerle rezil etti: “Her yer böyle Türk, ağzım geçiyor geçiyor, bizi sayma,Türk zannedilmemekle sevinme vardır, belki o hasletleri görmüyorlardır”

Gerçekten de Türk olmanın hasletlerini görmüyor Türkiyeliler. Zaten onların kalemşörlerinin durumunu da Alin Ozinian çok güzel tarif ediyor. Cem Yılmaz’a yeterince tepki verilmediğine kızan Ozinian “Cem Yılmaz'ın Netflix stand-up'ındaki "kiliseden bozma ev" konusundaki rahatlığı, vurdumduymazlığı kimseyi henüz rahatsız etmemiş... İşlerimi bitireyim, hafta başı rahatsız edeceğim sizi.” tivitini atıveriyor.

Ozinian’ın tivitini bir teşvik olarak düşünebilirsiniz. Zira kendileri kalemşörlere çeşit çeşit fon sağlıyor.

Bir diğer konu ise epeydir sosyal medyanın gündeminde. LGBTI’nin ve onun destekçilerinin önüne gelen herkesi homofobik ilan etmesi Cem Yılmaz’ı da rahatsız etmiş olacak ki, bu küçük dokunuş yüzünden linçlenecek olmasına rağmen alay ediyor. hatta sanat dünyasından ve platformlardan ‘aforoz’ edilecek.

“Herkes bayrak çıkarıyor. LGBT-SC-İ. Harf alabilir miyim?” Bakınız tek bir cümle. Mizah ne işe yararın cevabı. Biz de üzerine onlarca sözcük tüketiyoruz. Mizahın içindeki tragedya belki de.

Yılmaz ahlâk meselesini de çok güzel eleştiriyor. Tabi bu eleştiriden türküler de nasibini almıyor değil. “Bu kadar türküde ellerin duymasının dert edildiği söz konusuysa burada ciddi bir problem var demektir”

Yapılanla söylenen ve inanılan arasında bu kadar farkın olduğu döneme Cem Yılmaz duyarsız kalmamış. Toplumdaki ve bireydeki bu çelişki “Neden bu durumdayız?” ya da “Neden daha iyi yerlerde değiliz?” sorusuna bir cevap aslında. Ellere görünmeye göre şekillenen bir ahlâk anlayışı elbette çürüktür. Meşhurdur ya o hikâye, kırmızı ışıkta gerçekten durman gerektiği için mi durursun yoksa ceza yememek için mi?

Kendisinin de ifade ettiği üzere Cem Yılmaz bir geleneğin temsilcisi. Ne o gelenek? Nasreddin Hoca’dan hatta belki daha eskiden gelen halk hikâyeciliği ve mizah. Anlatıcılık, mizah ve tiyatro bizim tarihimizde çok eskilere dayanıyor. Türk mizahının kökleri Türk kültürünün ortaya çıktığı çok eski dönemlere kadar gider.

800 sene ayakta kalan Nasreddin Hoca’ya işaret etmesi de ayrı bir vurgu elbette. Fakat en çok alkışı gösterinin finalinde kendisiyle alay etmesi hak ediyor.

Ancak belirtmek isterim ki, gösteride genel bir durgunluk, donukluk var. Sanki politik güldürünün tükenişi, Türkiye’deki ve hatta dünyadaki genel mutsuzluk ve gülmeyi unutmak hem Cem Yılmaz’a hem de seyirciye geçmiş gibi.

Ya da Cem Yılmaz komedyenlikten hikâye anlatıcılığına geçerek 800 sene yaşamayı dert edinmiş gibi.