08 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cemal Süreya için notlar...

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Süreyya diye yazılmıyor, şu y’lerden birini sil. Ülkü Tamer ile tavla oynarken kaybettiği harfi, oraya kim yeniden koyabilir? İmzasında gizlenen şapka çiçekle dolu... İnternette adına en çok saçma sapan söz (şiir değil onlar zira) yazılmış şair Cemal Abi. Sev beni seveyim seni yazıp altına Cemal Süreya iliştir, ona bile inanırlar. Ölmüş Cemal. Hem de otuz bir yıl önce dün... Ölür mü deme, üstü kalsın dese de insan bazen ölüyor işte. Düşünde balıklar uyur şimdi. Yıkıcı aşkların içinden geçmiş, parasız yatılılardan... Ölmüş de duruyor öyle, bakıyor geçen zamana. Çapraşık yüzyılları geriye atıp savurmuş, ince Karac’oğlan, Erzurumlu Emrah’ın bacanağı. Çağının en güzel gözlü maarif müfettişi değilse de en yakışıklı darphane müfettişi... Ne söylemişti daireyi teftişe gelen bakana? Hani bakan dosyada, defterde kusur bulamamış, “ortalık yeterince temiz değil” buyurmuştu da ne cevap vermişti Cemal Abi, şair: “Varlığınızla kirlenmiş olabilir beyefendi!”

Cemal Abi. Bir tül kadar beyaz anası çok küçükken ölmüştür, babasıysa binlerce yıl önce. Doğum günü hiç olmadı, çok sonraları tarih seçer kendine. Bir ara 10 Ağustos der, biriyle yan yana kutlasın diye, sonra 4 Mart. Sonra Türkçe tabii: “Bu dil yorganımdır benim: Biraz haşhaş, biraz balık kokar. Biraz da zeytin tadı...” Sütünü hep Kerem ile Aslı’yı dinleyerek içti. Yüreğin yaban argosu... Sonra trenler, Erzincan’dan Bilecik’e, sürgün (binerken ayakkabılarını çıkardı mı acaba). Askeri okulun önünde ağaçlar. O zamanlar modadır sarı kurdelem sarı türküsü. Babası, sobada patlatırken yüzüne sıçrayan kestaneler... Aklında hep arkadaşlarıyla oynarken ellerinde ölen, bahçenin ucundaki helaya attıkları kedi yavrusu. Ama hep kulaklarında o bitimsiz ses, annesinin sesi: “Ateş Kerem, tutuş Kerem, yan Kerem.”

Mavi ipek kış çiçeğidir. Öyle derler Kars’ta falan, beyaz, uzakta. Vapurda, üst katta sigara içiyor. İnsanlar içinde bir insan. Senaryocu bayanla bankta oturuyor, ortaoyunun dekoru bir kâğıt mendil. Onu sadece bunun için mi sevmiştik acaba; Fenikeli olamadığımız için mi yoksa? Kibrit bilekli kızların şairi, anahtar burunlu sekreterlerin, lastik mühürle para basanların, bir şiirinde dediği gibi, eğeyle tabanca üretenlerin mesela, Bir Kentin Dışardan Görünüşü’nde ayna gibi parlıyor yazdıkları... Cüzamlı iş hanlarında okunur adı, okul kitaplarına girmiyordu eskiden ama şimdi çocuklarımızın sayfalarında. Çiçekbozuğu basımevlerinin önlerinden dalgın yürüyor şair ruhu, ceketinin önünü ilikliyor hep Kadıköy’e geçince, rastlayabilir diye Dağlarca’ya.

Kadıköy yıllardır onsuz. Canım dostum Mustafa Oral ile gittiğimiz Mercan Restoran oradadır. Balık pazarından, bir kadının kolundan boynuna doğru çıkar gibi dümdüz git, sola dön bir köşeden, hangi köşeden nereden bileyim, kerterizim yoktur orada, kafamın içinde bir yer söyler bana nereden döneceğimi; akşamüstünün kaçak bir vaktidir zaten, her daim dış kapının önündeki masada Güz Bitiği’nden çıkmış adamlar rakı içer; tam Sıcak Nal’da yazdığı gibi kadınlar; dizelerinin arasında gizlice el eden kadınlar ve kimi yalnız adamlar... O adamlardan biri çok gariptir, dersten çıktığım yaz günleri, bu kez tek başına, soluklanmak için bira içmeye oturunca hep oradadır bu monşer; rakı, peynir, domates, salatalık devam eder, içer düşünür, düşünür içer. Kendi kendine konuşur arada, tam Cemal Süreya şiiridir. Sonra arkalarda bit pazarı uykulardadır, Kadıköy burası unutma, beride sahaflar tabii, eksik olur mu hiç, kim bilir ne hazineler gizli, sonra Moda’ya doğru bir cevelan, şimdi hepsi sensiz bunların Cemal Abi. Yeldeğirmeni’nde yel de yok artık değirmen de. Eh tabii Mercan’daki garsonun hali de şiirdeki gibi harap: “Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu, namussuz bir çağ bu biliyorsun.”

Şair adamdır, ayı Flaubert’in Gönül Eğitimi’ni Gönül ki Yetişmekte diye çeviren şair adam. Nahit Hanım’a bin dokuz yirmi üç gibi kadın diyen. Can arkadaşı, Arnavut Prensi Muzaffer Buyrukçu ile Turgut Özal’a intihar teklifinde bulunan adam: “Ben ve Buyrukçu bu konuda / Dostça omuz veriyoruz size. Gelin, halkın önünde, / Üçümüz birlikte intihar edelim. Yer: Kadıköy eski iskelesinin önü, / Gününü ve saatini siz saptayın. Ülkemiz sizden kurtulsun, / Biz de bir işe yaramış olalım.” Hiçbir şair kimseye böyle büyük işler önermiyor bugün, oyun ifşa peşinde artık şair şuara.

Bürosu var. Hulki Aktunç anlatır: “İlginç bir kattı o kat. Bir köşede aydınlık gülüşüyle Cemal Süreya’nın Papirüs’ü, diğerinde öğlen abdesti için giyilmiş takunyalarıyla Sezai Karakoç’un Diriliş’i, bir diğerinde bir yayınevi meleği saydığım Ahmet Öztürk’ün Payel’i. Genç yazar adayları, ellerinde öyküler, şiirler, yazılar, dergi dergi dolaşırlar; o kapı senin bu kapı benim” O zaman öyle dergiler var ki birinde şiirin, öykün yayımlansa onur! Şimdi dergi çok fakat payına böylesi onur düşeni var mı, bilemem.

Can şairin ölüm yıl dönümüydü dün. “Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordum. / Oysa karışık bir anı gibi / Seni uyurken öpmesi gibi babanın / Bir ilk kar tomurcuğu gibi.” Aramızda yaşayıp öldü; dürüst devlet adamı, kelime işçisi, büyük üslupçu, nefis çevirmen, kayısı gülü denemeci. Coğrafyanın gür sesi... Beklemek gövde gösterisi zamanın demişti, daha ne desin. Sesinde ev dağınıklığı var demişti, hazların lal oyukları demişti, ne desin. Kadıköy’de, yaşadığı apartmanın duvarına şiirler yazılıyor. Keşke orada bir kitapçı açılsa. Paris’te, sokağın birinde, durup dururken Balzac’ın bir heykeli parlamıştı karşımda. Geleceğin çocuklarına da şair, keşke o sokaktan daha güçlü sesini duyursa.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları