Ceptel okumak yetmiyor mu?
Son günlerde CSKSD üyesi ve Üvercinka yazarı iki arkadaşımız, Koray Feyiz ve Engin Turgut, nereden esinlendilerse, sosyal medya konumlarında derneği ve dergiyi şirazesinden çıkmakla suçlayıp özellikle Seyyit Nezir’e yüklenirken kullandıkları küçümseyici ve hakaret içeren sözlerle kendilerine prestij sağlamaya kalkıştılar; Üvercinka’yı Vatan Partisi’nin, Aydınlık ve Doğu Perinçek’in arka bahçesi haline getirme eleştirisi yönelttiler. 4 yıldır bu arkadaşlar, yazı ve şiirlerinin Üvercinka’da, dahası Aydınlık’ta yer alması için her kılığa girmişken şimdi nasıl olup da birden istihareye yatıp hangi hidayete erdiklerinin ipuçlarını eski Zaman yazarları Hilmi Yavuz ve Selim İleri’ye yakın durmayı seçmelerinde aramak sanırım yanlış olmaz. Engin Turgut, “Ben kimsenin değilim.” derken bile, birine ait olma, birinin adamı olma kıstasıyla yola çıkarak kafasının çoktandır Yeni Ortaçağ’daki serflik ilişkileriyle işlediğini ele veriyor.
YAVUZ MÜRŞİTLER VE ZARİF YALAKALIKLAR
Nezir’in Turgut’a yanıtında özellikle şu cümleler öne çıkıyor:
“Bir kez daha kanıtladın ki, Enis Batur’un ‘bu kalem bukalemun’ tanımını en yavuz üsluplara mürşit gören bir yazarı çukurundan kimse çıkaramaz. Ne diyeyim, debelen dur!
“Ve aman bize de uzak dur. Dün övündüğüne bugün çamur atan bir yazardan hem de ne yumuşak huylu daha nice yavuzluklar beklenir. Nice yavuz mürşitlerin ve zarif yalakalıkların olsun!”
CSKSD’nin TÜYAP Kitap Fuarı’nda düzenlediği “Cemal Süreya’da İmge ve Hakikat” panelini izleyen, ama adını polemikten sakınan yazar dostlardan biri, 1990’lara dair bir anekdot anımsatarak, Aydınlık ve Cemal Süreya konusunda gerçeği aralamak istediğini söyledi. Seyyit Nezir, bunu Face’te okurlarla paylaştı:
“Cemal Süreya, 1978’de Aydınlık’ta yazmaya başladıktan sonra, o çevreden hiç kopmadı. Önce Saçak’ta, ardından İkibine Doğru’da, Parti’nin örnek aldığı ve etkilendiği aydınlardan olmayı başardı. Cemal Süreya’nın yazmaya ömrü yetmediği 1993’teki günlük Aydınlık’ta Doğu Perinçek onu Türkiye’nin Gramsci’ye benzeyen iki aydınından biri göstermişti. Süreya, içinde yer aldığı hareketle kimi uyumsuzluklarını ayrılık gerekçesi görmek yerine, zenginleşme olanağı olarak değerlendirmişti. Bu, gerçekten de benzersiz bir kazanımdı ve Aydınlık’ta yer alma yönünde Aziz Nesin’e de ilmek oluşturdu. Nedense şairin sözde tutkunları bu hakikatlerin bilinmesini istemezler.”
Nezir, paylaşımını şu soruyla sürdürüyor:
“Peki daha 1966’da 16 yaşındayken Göçebe’yi okumasıyla Cemal Süreya’nın şair kimliğinin ve aydın tavrının çekim alanında dolaşan ve yıllar sonra Gramsci’ye benzetilen ikinci şair kimdi? Gazetenin o yıllardaki okuyucularından belleği sıkı biri elbette yeri ve günü gelince bu konuda bir dipnot düşecektir...”
DEMİRTAŞ CEYHUN ve HAKİKAT İŞÇİLİĞİ
Broy Yayınevi’nin “Demirtaş Ceyhun’da Edebiyat ve Hakikat” panelini ise Aydınlık’taki yazısında Mecit Ünal özlü ama kapsamlı biçimde anlattı (https://www. aydinlik.com.tr/hakikat-mucadelesi-mecit-unal-kose-yazilari-kasim-2018). Ceyhun’un öyküleri, romanları, denemeleri, her biri daha önce işlenmemiş savlar tartışan sosyal tarih kitapları da öyle ama özellikle “Edebiyatımı Geri İstiyorum” kitabı postmodern saldırılar karşısında edebiyat ve hakikatin savunusunu dünya çapında üstlenen bir kökyapıt niteliğindedir. Görülmek istenmeyişi ise çok şaşırtıcı...
1980’lerde kahramanca kitap yakılan günlerde kitap armağan etme geleneği yerine plaketin yaygınlaştırılması, insanlara ceptel okumanın yeterli görüldüğü şimdilerde toplumun tüm kesimlerine yerleşti. Doğu Perinçek, dünkü yazısında, konuyu şöyle değerlendirdi:
“Toplantılarda, çalıştaylarda günün anısına plaketler veriliyor. Aslında güzel bir görenek... O günü unutulmaz kılıyor. Peki, plaketler yerine kitaplar versek, örneğin o günün anlamını temsil eden kitaplar. Plaketin üzerindeki, oyma veya kabartma yazı yerine, kitabın üzerine o toplantıyı düzenleyen kurumun veya kurumların yöneticisi olarak, kendi elyazımızla yazsak... Daha insancıl, daha uygar ve daha anlamlı olmaz mı?”
Kitapları armağan edilerek asıl geleneğe dönülmesini önerdiği onlarca yazar arasında Halide Edip, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Sait Faik, Orhan Veli, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Turgut Özakman, Fakir Baykurt, İlhan Selçuk, Ahmet Oktay, Cemil Meriç, Turgut Uyar, Memet Fuat, İlber Ortaylı, Enis Batur, Tolstoy, Gorki, Şolohov, Tagore, Twain vb nice adın geçmeyişi, Mao dışında bir Çinli yazarın bulunmayışı elbette bir talihsizlik... Ama Demirtaş Ceyhun’un adının geçmeyişi büsbütün talihsizlik...
Not: Yarın akşam 21:30’da TV5’te Gökçen Göksal’ın yönettiği ve Seyyit Nezir’in de konuşmacı olarak yer aldığı programda “Homo Sapiens’ten Tekno Sapiens’e: Yapay Zekâdan korkulmalı mı?” sorusu tartışılacak...