08 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çevreci ve ölümcül bir tarikat

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

İlk bakışta “polisiyeymiş” gibi duran bir film “Tarikat” (A Sacrifice). Berlin’de toplu intihar vakası, olaya dahil olan Amerikalı bir sosyal psikolog, tuhaf bir çevreci-doğasever meditasyon örgütlenmesi vs. az şey vaat etmiyor gerçekten de. Yönetmen koltuğunda “Sir” ünvanlı Hollywood vatandaşı İngiliz Ridley Scott’ın kızı Jordan Scott’ı görmek de iştah açıcı. Ama baştan söyleyelim ki mum dibine ışık vermiyor ve Jordan, babasının yapımcı olduğu filmde fena halde tökezliyor, bir türlü polisiye kıvamını tutturamıyor.

Karısından bir yıl önce ayrılmış olan Amerikalı Ben Monroe, Berlin’de bir üniversitede ders vermektedir. Yeni bir kitap yazmakta olan ve uzmanlık alanıyla ilgili polisiye vakaları izlemesine izin verilen adamın 16 yaşındaki kızı bir süreliğine kente gelir. Genç kızın metroda tanıştığı delikanlıyla tanışıklığı ilerledikçe karanlık sular yavaş yavaş kabarmaya başlar. Ben’in, toplu intihar vakasıyla ilgilenen Alman kadın dedektifle romantik ilişkisi de işin tuzu biberi gibidir. Mütevazı biçimde örgütlenip kendi halinde sessiz sedasız etkinlikler yapan ama aslında pek ulvi amaçlar peşinde koşup giderek tehlikeli hallere bürünen, çevre-insan duyarlılığı yüksek bir tarikat ise ağlarını çoktan örmüştür.

BİZZAT YÖNETMENİ CİDDİYE ALMAMIŞ

Sinemalarımızda bugün gösterime giren “Tarikat”, İngiliz yazar Nicholas Hogg’un 2015’te yayımlanan “Tokyo” adlı romanından uyarlama. Kitabı okumadım, bilgim yok ama olayları Tokyo’dan Berlin’e nakleden Jordan Scott, 94 dakikalık filmin üçte ikisinde “olayları ilmek ilmek örmek” şöyle dursun psikolojik gerilim atmosferine adım bile atmıyor, ana mekânın Berlin olmasının da hiçbir önemi kalmıyor. Berlin niyetine, kentin kırlık alanındaki bir göl, bir gece kulübü, kısa Kreuzberg görüntüleri ve tarikatın hangardan bozma merkezi sunuluyor seyirciye. Tarikatın kötücül komplolara varan eylemlerinin ardındaki motivasyon da neredeyse hiç işlenmemiş.

Kısacası, filmin odağına yerleşen, psikolojik gerilime zemin oluşturması gereken tarikat örgütlenmesi bizzat yönetmen tarafından gayrı ciddi biçimde ele alındığı için seyirci de bir türlü sağlam bir bağ kuramıyor “Tarikat”la. İşin üzücü tarafı da bu zaten; masumane bir görünüm ve dünyayı daha güzel, daha yaşanabilir kılmak bahanesi altında mürit toplayan ve asıl olarak kandan beslenen bir tarikatın çözümlenmesi, tamamen güme gitmiş durumda. Tarikatın lideri Hilma rolündeki Sophie Rois, yüzüne ölümcül bir gülümseme yerleştirme konusunda oldukça başarılı ama senaryo o denli yüzeysel ki “felsefesi” hiç anlaşılamıyor.

ÇAMAŞIR KATLARKEN SEYREDİLEBİLİR

Entrikası zayıf, başroldeki Eric Bana, kızı Mazzy rolündeki Sadie Sink ve diğer oyuncular için en fazla “ellerinden geleni yapmışlar” diyebileceğimiz, beklentileri karşılamaktan uzak, hayal kırıklığı yaratan bir film “Tarikat”. Jordan Scott belli ki babasından çok az şey öğrenmiş ve filmin yapımcısı olduğunu düşünürsek Ridley Scott da kızına hiç yol yordam göstermemiş. Anlayacağınız, Amerikalı bir eleştirmen, “Son sahnelerinde aptalca bir hal aldığında bile, anlık da olsa ilginç bir şeye dönüşmeyi başaramıyor. Eğer insanlar çamaşırlarını katlarken veya başka meşguliyetlerle uğraşırken arka planda fark edilmeden sonsuza kadar oynamaya mahkûm gibi görünen bir film varsa, o film budur” derken hiç haksız değilmiş.

Berlin Sinema Tokyo Film Hollywood