Cezaları artırmak
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da okuldan atılan bir öğrencinin öğretmen İbrahim Oktugan’ı katletmesi kamuoyunda büyük tepki uyandırdı. Dört eğitim sendikasının başkanı ile görüşen Milli Eğitim Bakanı, yaptığı açıklamada “Öğretmenlik Meslek Kanunu taslağında öğretmenlere ve eğitim çalışanlarına yönelik şiddet içeren fiillere karşılık ceza kanunlarında öngörülen cezaların yüzde 50 oranında artırımlı olarak verilmesini teklif ettik" diye konuştu.
Haberi okur okumaz, “işte” dedim, “çözüm budur. Şimdi onlar düşünsün!”
Anladığım kadarıyla, öğretmenini öldüren öğrenci ceza kanununu okudu, belki avukata falan da danıştı, cinayet işlerse fazla ceza almayacağını hesaplayınca eylemi gerçekleştirdi.
Doğru anlamış mıyım?
Eğer ceza kanununda eğitim çalışanlarına yönelik şiddetin yüzde 50 daha fazla olduğunu görseydi, hapis cezalarının ertelenmeyeceğini, tutuksuz yargılama olmayacağını öğrenseydi muhtemelen eyleminden cayacaktı! Cezaların azlığı yüzünden cinayeti durduramadık!
Cezalar arttırılsın arttırılmasına, ona itirazım yok. Ama bizim toplumsal olarak sahicilik diye bir sorunumuz var. İşin esasını konuşmak yerine hep “ortada kuyu var yandan geç” oyunu oynuyoruz.
İki ihtimal var: Türkiye’yi yönetenler ya toplumsal sorun nedir, haberleri bile yok ya da biliyorlar ama çaresizler. Toplumsal sorunları çözemeyecekleri için cezaları arttırarak topluma “bir şeyler yapıyormuş gibi” görünmek zorundalar.
Yükselen şiddet bireysel değil, toplumsal bir sorun. Toplumsal sorunların toplumsal kaynakları vardır. Bu nedenle suçla mücadele ceza arttırarak değil, suçun toplumsal kaynaklarını kurutacak kamu politikaları üreterek yürütülür. Bunları bilmez değilsiniz ey yetkililer. Ama çaresizlik başa bela.
Şiddet bütün dünyada yükseliyor. Çünkü şiddet, engellenme duygusundan doğar. Kendilerini ifade edebilen, temsil edildiklerini düşünen, ekonomik ve toplumsal kaynaklardan kabul edilebilir ölçüde pay alan, bu sayede geleceğe umutla bakan bireyler ve topluluklar kendilerini engellenmiş hissetmezler. Sorunları vardır fakat bunların çözülebileceğine yönelik beklentileri, onları meşru ve ahlaki yollara bağlar.
İnsanlık kırk yıldır küreselleşme denilen emperyalist saldırı altında. Milli devletlerin kamu politikası üretme yetenekleri eritildi. Sosyal devlet tasfiye edildi. Mafyalaşmış küresel ve yerel rantiye burjuvazisi, kendi çalışmadan kazanma, üretmeden harcama ve başkalarının sırtına basarak yükselme değerlerini topluma şiddet ve uyuşturucu kültürü olarak boca ediyorlar, tam kırk yıldır!
İşte sana bataklığın kaynağı. Burayı kurutamıyorsan, istediğin kadar ceza arttır. Beş yıl yatacağına, on yıl yatar insanlar. Ne fark edecek! Hangi katil, cinayet işlemeden önce ceza kanunu okuyor?
Gençlik, bu “hayâsız akının” etkilerine en açık toplum kesimini oluşturuyor. Çünkü tanımı gereği, gençlik toplumsal bütünleşme düzeyi görece en düşük kesimdir. Bu nedenle hem atılgan, gözüpek, “delikanlı”dır, hem de savunmasız…
Öğretmenler, doktorlar şiddete maruz kalmasın; çalışma, bilgi ve emek yeniden saygıdeğer ahlaki otorite kaynakları olarak görülsün istiyorsak, yapacağımız iş ekonomik ve siyasal sistemimizi değiştirmektir. Her sistem kendi ahlaki değer üstyapısı ile gelir.
Sistemi değiştirmek için önce kafayı mı değiştirsek?