CHP ve dostları
Bütün partiler iktidar olmaya çalışır ve bu amaçla kendilerini “açarlar.” Geniş toplum kesimlerini örgütleme imkânına yaklaştıkça, temsil yeteneklerini genişletmeye çalışırlar. Küçük ve etkisiz bir partinin sırtında yumurta küfesi yoktur ve çok uzlaşmaz tavırlar alabilir. İktidara yaklaştıkça ve yaklaşabilmek için, ideolojik kimliği ile kitlelerin beklentileri arasındaki yolu yaratıcı bir biçimde inşa etmek zorunda kalır. İdeolojik kimlik kaygısı gütmeksizin herkesin oyunu almaya çalışmak, ayrı bir parti tipinin işidir. Bunlara “hepsini yakala” (catch-all) partisi deniyor. Diğer partilerin işi daha zordur. Hem belli bir ideolojik kimlikten gelen özgün çözümleri savunacak ve hem de farklı beklentileri olan kitlelerin rızasını almanın bir yolunu bulacaktır. Bunu yapabilmek bir parti açısından son derece zordur ve tam bir liderlik ve kurmaylık birikimi olayıdır.
CHP tarihinde iki kere kendisini daha geniş bir temsil yeteneği için açmaya çalıştı. Birincisi 60’ların ortalarından başlayarak ortanın soluna geçiş sürecinde yaşandı. Koşullar CHP’nin solculaşmasını dayatıyordu. Ancak bu girişim, ulaşılan oy oranları açısından başarılı olsa da, ideolojik konumlandırma açısından başarısız oldu ve CHP’nin kendisini olumsuzlamasıyla sonuçlandı. İkincisi günümüzde yaşanıyor. Bu kez zaten ideolojik bir yüzergezerlik içinde olan CHP, temsil yeteneğini kendini “açarak” değil ortadan kaldırarak genişletmeye çalışıyor.
Soğuk savaş koşulları altında, Batı sisteminin mensubu olan Türkiye’de komünizm küfür yerine kullanıldığından, muhafazakâr partiler komünistlerin CHP’nin “dostları” olduğu suçlamasıyla geniş kitlelerin CHP’ye yönelmesini engellemeyi umuyorlardı. Ancak bu suçlama işe yaramadı. Parti, Bülent Ecevit’in genel başkanlığında 1977 genel seçimlerinde yüzde 41,4 oy oranlarına ulaştı. Bunu mümkün kılan nesnel nedenler vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dünya, SSCB’nin süper güç haline geldiği, Batı sisteminin işçi sınıfı ile uzlaşarak sosyal refah devletine mecbur kaldığı, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketlerinin başarıya ulaşmaya başladığı bir dünyaydı. Her yerde sol yükseliyordu. Türkiye bu rüzgârların dışında kalamadı. 1961 Anayasası, TİP’in kuruluşu, gençlik hareketleri derken, sola açılma CHP’yi de kuşattı ve ortanın soluna çekti. 70’ler boyunca halk hareketi yükseliyor, kentleşme dinamikleri ve işçi sınıfının hem nicel hem de nitel yükselişi gözleniyordu.
Sola açılma ile birlikte CHP, yükselen halk hareketi dinamiğini yakalama, işçi sınıfının ve kent yoksullarının özlemlerini temsil etme imkânı bulmuştu. CHP’nin 70’lerde aldığı yüksek oylar, “dostlarının” desteğiyle oluşmuş bir ittifak aritmetiğinin sonucu değil, partinin kendisini toplumsal beklenti ve gelişmelere uygun olarak açmasıyla ilgiliydi. CHP’nin ideolojik olarak kendini açması bir zorunluluktu ama bunu Kemalizmin devrimci mirasından aldığı güçle yapacağı yerde onu olumsuzlayarak yapmaya kalkmıştı.
O yıllarda CHP ideolojik olarak Batıcı sosyal demokrat bir partiye dönüşürken örgütsel özerkliğini korumuştu. Suçlamaların aksine, CHP’nin yönetici kadroları arasında bırakın komünisti, geçmişte Türkiye komünist hareketi içinde yer almış bir kişi bile yoktu. Ecevit partisini kendi solundan gelen ideolojik eleştirilerden korumak ve ortanın solu çizgisini netleştirebilmek için büyük bir gayret göstermekteydi. Bu amaçla üç defa Demokratik Sol Düşünce Forumu düzenlemişti.
Günümüzde CHP kendisini bir kez daha açmaya çalışıyor. Bu kez kucaklamaya yöneldiği ve “dostlarımız” diye ifade ettiği kesimler çeşitli kimlik grupları ve siyasi marjlar. Geçen hafta CHP önderliğinde bir Demokrasi Konferansı kuruldu ve CHP’nin “dostları” yani bu oluşumun bileşenleri bir araya geldiler. Aralarında HDP’den EMEP, TİP, TKP gibi çevrelere, LGBT’den KHK Platformuna kadar irili ufaklı kuruluşlar bulunmakta. CHP yöneticileri bu formülden bir iktidar aritmetiği çıkmasını umuyorlar.
Ancak manzarada bir tuhaflık var. Çünkü CHP, bu kez kendisini örgütsel olarak da inkâr ederek iktidar aritmetiği kurmaya çalışıyor. Kendisiyle oy dinamiği olarak gördüğü kesimler arasındaki ideolojik sınırları bilerek likidite ediyor. Partinin siyasetlerini belirleyenler arasında parti geleneği dışından gelenler önemli bir rol oynuyorlar. CHP, kendini yeni kesimlere doğru açmıyor, kendisini ortadan kaldırıyor. Çünkü sağlıklı bir temsil genişlemesi, her şeyden önce net bir ideolojik kimlik gerektirir. 70’lerde Kıbrıs Barış Harekâtı, CHP’nin kendisini “solcu” diye tanımlamayan milliyetçi-muhafazakâr seçmenin sola oy vermeye ilişkin önyargılarını kırmasında ve sağdan gelen millilik ile solculuk arasına kama sokmaya çalışan eleştirileri aşmasında büyük rol oynamıştı. Oysa günümüzde CHP, birlikte iktidar olmayı umduğu dostlarının kendilerini içinde tarif edebilecekleri bir sosyal demokrasi yorumu getirmiyor. Aksine kendi kimliğini muğlaklaştırarak herkesin CHP’li olmasını sağlamaya çalışıyor.