Çıkış yolu idarenin bütünlüğü
Avrupa Topluluğu “birlik” olduğundan ve Türkiye de bu birliğe üye olacak sahte vaadi ortalığa düştüğünden beri, Avrupalılar bizden durmadan ‘reformlar’ istediler.
Aslında Avrupalıların reform istekleri daha 1800’lü yıllarda başlamıştı. Şu reformlar denen şey konusunda iki yüzyıllık antremanları vardı. Bu durumda bizim de epeyce şerbetlenmiş olmamız gerekirken, ‘reform’ sözü karşısında akılcı uyanıklık sergileyen kimselerin sayısı gerektiği kadar çok olmadı.
*
Son dönemde idari reform isteği AB’nin katılım ortaklığı belgelerinde yer aldı. Ama AB belgelerinden hiç de aşağıya kalmayacak ölçüde, bizim de üyesi olduğumuz AK -Avrupa(lılar) Konseyi, hep önde saf tuttu.
AK bünyesinde kurulmuş olan ve bizim yine temsilci bulundurduğumuz Avrupa Bölgesel ve Yerel Yönetimler Kongresi (ABYYK) adlı yapı, Türkiye raporlarında ne reformlar istemedi ki!
*
AKBYYK önerilerinden biri, yerel yönetimlerin özerklik esası temelinde kurulmasıydı.
Bunun için birkaç iş yapılmalıydı. İşlerin tümü Anayasa değişikliği gerektiriyordu.
İlk olarak, Anayasa’da Türkiye’de devletin idarenin bütünlüğü ilkesi temelinde kuruluşu öngörülmüştü; bu laf silinmeliydi.
İkincisi, idarenin bütünlüğü, merkezi yönetime yerel yönetimler üzerinde denetim yetkisi verilmesinin nedeniydi. Bu denetim yetkisine idari vesayet adı verilmiş bulunuyordu. Anayasa’dan idari vesayet adlı kurum silinmeliydi.
Üçüncüsü, silmelerden sonra, bir de yazma işlemi yapılmalıydı. Anayasa’da devletin/idarenin kuruluş ilkesine subsidiarite (yerellik) ilkesi esastır hükmü koyulmalıydı. Ne vardı ki! İşte Fransa, Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin örnek aldığı ülke, Fransız Anayasası’nı böyle değiştirmişti. Türkiye’ye düşen de buydu; böylece yerel demokrasi yükselecek ve özgürlükçü demokrasi şahlandırılmış olacaktı.
*
Avrupacı reformculuk, ülkemizin irili ufaklı hemen tüm partilerinde karşılık buldu.
“Aşırı merkeziyetçilik” halinden şikayetlenme, Avrupacı cephenin göstergelerinden biri oldu.
“Ademi merkeziyetçi” bir yönetim sistemi kurulacağı sözü de öyle.
Bizim yerel yönetimlere değil “yerel parlamentolara ihtiyacımız var” sloganları da...
Avrupacı reformculuk sloganlarda kalmadı. İl özel idaresi valilik emrinde; yerel demokrasi eksik, kaldıralım diyen ve ülkenin 30 ilinde il özel idarelerini kaldıran 2012 tarihli yasa değişikliği, Avrupalıların reform isteklerine verilen olumlu yanıttan başka bir şey değildi.
*
Avrupalı reformculuk, neredeyse noksansız bir başarıya gidiyordu. Anayasa-değişikliği yada yeni-anayasa ile devletin/idarenin kuruluş ilkelerini değiştirme hedefine az daha varıyordu.
Onlara göre Anayasa’nın Başlangıç bölümü buram buram merkeziyetçi idi. Bu bölüm değiştirilip uygun bir yerine ‘subsidiarite’ yazılacaktı. Madde 123’te idarenin bütünlüğü, Madde 127’de idari vesayet silinecekti.
Canlarını sıkan şey, Anayasa’daki ilk dört maddeydi. Çünkü orada Madde 3 vardı ve “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir” diyordu. Reformcuların istediği herşey, bu iki cümledeki 10 sözcüğe çarpıp tuzla buz oldu.
Bu noktada ilk dört madde de değişsin, ne yani Allah’ın emri mi bunlar! diye bağrışanlar devreye girmiş; bunlar ilk dört maddede ifade bozuklukları var, düzeltelim canım!” diyerek Avrupacılara kapıyı içeriden açmaya kalkışanlarla güçlenmişlerdi.
Öylece kaldılar; olmadı!
*
Yapamadılar. Anayasayı değiştirip Türkiye’yi eklem yerlerinden kırmayı beceremediler.
Çünkü Türkiye, önceki kuşakların büyük bir isabetle saptadıkları gibi, “taklid değil tekâmül yasalarına bağlı” olan ülkelerden biri. Gücümüz, irademizin yanı sıra işte tam burada saklı.
Biz tarihimizden biliriz. Yerel halkı ezen her türlü yerelcilik, ayrılıkçılıktan ve maddi - manevi yağmacılıktan başka hiçbirşeye hizmet etmez. Merkezileşme ve Cumhuriyet nasıl vakıfçı ayan-eşraf-cemaat egemenliği devrini kapattıysa, günümüzde, otuz yıl önce küreselcilikle gelen yeni-derebeyleşme dönemi de kapanıyor.
“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bir bütündür. Dili Türkçe’dir” Geleceği yönetmenin güvencesi, bu anayasal cümlenin ta kendisi...