Çocuklar...
Çocukların, temel insan haklarına sahip olmanın ötesinde, bedensel ve zihinsel gelişimleri tamamlanana kadar özel güvence ve koruma altında tutulması gerektiğini hatırlatarak, onların sağlıklı gelişimleri için ailelerinin gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna vurgu yapan Çocuk Hakları Sözleşmesi 20 Kasım 1989 yılında Türkiye de dahil olmak üzere 142 ülke tarafından imzalandı. O gün bugündür de 20 Kasım, Çocuk Günü olarak bütün dünyada kutlanıyor.
Çocuklar dezavantajlı gruplar içerisinde korunması en zor olan kesim. Çünkü ailenin çocuk üzerindeki mutlak hakimiyeti özellikle marazi durumlarda çocuğu ulaşılmaz kılıyor. Kapalı kapılar ardında uğradıkları istismarı kimse bilmiyor. Böyle olunca istismar daha rahat ve cüretkarca gerçekleşme alanı buluyor. Oysa modern dünya çocuğa ulaşılabilecek mekanizmaları kurmuş durumda. Temel prensip çocuğu dışarı çıkmaya teşvik etmek. Çocuğun dışarıda olması onu görünür kılıyor. Kreşten başlayan okul sistemi çocuğun aile dışında var olduğu yaşam alanlarının başında geliyor. Okulda pedagoji formasyonu almış eğitmenler çocuklarla sürekli bir iletişim sağlamak yoluyla onların davranışlarında tecelli eden aile içi dramları çözmekle yükümlüler. Yani okul sadece bilginin kuru kuruya aktarıldığı bir yer olmanın ötesinde çocuğun ve dolayısıyla aile ve toplumun sağlıklı gelişimine yardımcı olan en temel kurum olma özelliğini taşıyor. Modern eğitim sistemleri, yine çocuğu dışarı yönlendirmek adına, örgün eğitim dışında eğitim çalışmaları, atölyeler, sanat ve spor faaliyetleri tertip ediyor. Bu alanlarda var olan çocuk, ihtiyaç duyduğu yardım eline daha yakın oluyor.
‘ŞAKA’
Çocuğun dışarıda olmasından kastedilen tabii ki çocuk için tasarlanmış, güvenli ve kontrollü faaliyet ya da oyun alanlarında olması. Yoksa üç kuruş uğruna 10 yaşındaki çocuğun tamirciye çırak olsun diye sabahın köründe sanayi sitesine yollanması değil. Buralarda çocuk kurdun tezgâhındaki kırmızı başlıklı kız kadar çaresiz. Hele çocuk engelliyse. Dün haberlerdeydi: Bir sanayi dükkânında çalışan zihinsel engelli bir çocuğu iş arkadaşları streç filme sarıp sopalarla dövüp cinsel tacizde bulunmuşlar. Sanki aklı selim bir cevabı olabilirmiş gibi niye yaptıkları sorulduğunda, şaka yaptık demişler. Biz böyle şakaları hep yapıyoruz demişler. Böyle şakaları hep yapıyoruz... Zurnanın zırt dediği yer. Böyle şakaları hep yapıyorlar. Bu, devletin koruyucu elinin ulaş(a)madığı çocukların günlük mesaisi. Çırak olmaya değil kul olmaya gönderiliyorlar. Bu olay hasbelkader -ve şükür ki- bir gazetede yer bulmuş. Yer bulamayanları varın siz hesap edin. Hep yapıyoruz demiş ya şakacı, buradan bir hesap tutmak çok zor değil.
Çocuğu naylona sarıp dövmek falan küçük aklın oyunları. Bir de daha büyük oyunların mağdurları var. Dünyayı değiştiren büyük devrimler yapan, dünyanın en görkemli ordularına sahip en zengin devletlerini barındıran koca Avrupa’nın, arsız gözyaşlarıyla, cam kırmış sümüklü oğlan çocuğu gibi karşısında kalakaldığı, Aylan bebeğin karaya vurmuş cesedi. Sorsak, biz bunu hep yapıyoruz derler mi?
BİR ARAYA GELMELİYİZ
Filistin’de 2014 yılındaki bir bombalama esnasında bir engelli merkezi isabet almış, engelli çocuklar ölmüştü. Hesabı bu kadar kuvvetli orduların bir okulun yerini hesap edememesi de başka bir şaka. Bu olayı bir basın açıklaması ile protesto etmek için başta engelliler olmak üzere vatandaşları Maltepe meydanına davet etmiştik. Bu davetimize sadece yirmi kişi icabet etmişti. Bütün bu kaos içinde özellikle biz engellilerin yapabileceği en iyi şey en azından bizi ilgilendiren konularda duyarlı davranmamız. Bir araya gelmemiz, birbirimizi arayıp bulmamız...
Filistin’de, Afrika’da ya da Türkiye’de, dünyanın her yerinde toplumsal travmalar, savaşlar, açlık, susuzluk ve yoksulluk en çok çocukları vuruyor. Onlar aç kaldıkça, öldükçe, yaralandıkça, engelli kaldıkça vicdanımızı arıyoruz Diyojen’in gündüz elinde fenerle gezerek “adam” araması gibi.
Engelli çocuğun şiddete hassasiyeti iki kat artıyor. Çünkü daha zor kaçıyor, daha zor saklanıyor, sesini daha zor duyuruyor, dolayısıyla biraz daha özel bir ilgiye gereksinim duyuyor. Taraf olduğumuz Engelli Hakları Sözleşmesi 7. Maddesinde engelli çocuğun özel ilgi ihtiyacına özel vurgu yapıyor(*).Ülkemizde 600 bine yakın engelli çocuk var. Bunların ancak yarısı eğitim görüyor (2017-2018 öğretim yılı verileri itibarıyla) Eğitim şansı bulan engelli çocuklarımızın çok büyük bir kısmı da hem eğitmenler hem öğrenciler hem de veliler tarafından horlanıp dışlanıyor. Şakadan tabii.
Yazının başına oturduğumdan beri aklımda olan Nazım’ın çok güzel şiirini paylaşarak noktalayayım:
“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler”
(*)1. Taraf Devletler, engelli çocukların diğer çocuklarla eşit bir şekilde tüm insan temel hak ve özgürlüklerindentam olarak yararlanmasını sağlamak için gerekli tüm tedbirleri alır.
2. Engelli çocuklarla ilgili tüm eylemlerde çocuğun en çıkarının gözetilmesine öncelik verir.
3. Taraf Devletler engelli çocukların kendilerini etkileyen her konuda diğer çocuklarla eşit koşullar altında görüşlerini serbestçe ifade etme hakkına sahip olmalarını, yaşları ve olgunluk seviyelerine göre görüşlerine önem verilmesini ve onlara bu hakkın tanınması için engeline ve yaşına uygun destek sunulmasını sağlar.