Çocuklar bir gün örgütlenecek!
Çocuklarımız tatilde… AVM’ler tıklım tıklım. Çünkü her şey onlar için! “Çocuklar bizim geleceğimiz!” hatta “Koruyalım onları!”
Tarihi sürece baktığımızda çocuk garip bir araç! Din adına Hz. İbrahim, Hz. İsmail’i kurban etmeyi hak görerek işe başlamış. Uygarlıklar, idealleri uğruna bebeleri, şehit olmaları için yetiştirmişler. “Kutsal toprakları fethetmek gerek!” demiş Haçlılar. “Bir de bunun çocuk sürümünü yapalım!” demişler. Tek yolun İslam olduğuna inananlar da cihada çağırıyorlar onları. Bunları kendileri için asla istemiyorlar! Hâşâ! Sadece Tanrı için!
KİMDEN KORUYORUZ ONLARI?
Batı, bu konuda bizden daha hassastır! Çocukları doğuştan günahkârdır. Onları vaftizle her türlü kötülükten arındırır, kıtlıkta da yer! Avrupa, sanayi devrimini çocuk işçilerin emeği ile tamamladı. İngiltere, İsviçre, “verdingkinder” ülkesidir. Heidi, Alpler’de, çimenlerin üzerinde yalınayak keyfinden dolaşmaz! Çıplak ayakları emekçi, köle çocukların simgesidir. Filistin’de çocuk cinayetlerinin sayısı her geçen gün artıyor. Bosna’da tecavüzlerin ürünü çocuklar, hâlâ dünyadan saklanıyor. Doğu Avrupa’da komünizmin çöküşünden sonra çocuklar fuhuş sektörüne dâhil oldu. Bir fotoğraf karesine kilitlenmiş Aylan bebek neyin sembolü olduğunu anlamaya çalışıyor.
Tarlalarda, dağda, ovada hep çocuklarımız vardır. Bize hizmet etsinler diye çok çocuk yaparız. Vücutlarının çeşitli organlarını kırıp dilendiririz! Çocuk gelinlerden vazgeçemeyiz! Onlar için töreler icat ederiz. Çetelerle sokaklarda terör estirdiklerinde de ıslah evleri açarız. Arada bir suçluluk duyar, “Çocuk Hakları Sözleşmesi” icat eder, yasalarla korumaya çalışırız.
“ÇOCUK HAKKI” NEDİR?
Necdet Neydim’in “İsmail ve Babamın 68 Kuşağı” adlı kitabını öğrencilerimle sınıfta okuyup tartıştığımızda, öfkeli bir anne, çocuğunun haklarını ona hatırlatmamam için beni uyarmıştı. “Çocuğum bunların farkına varır da istediklerimi yapmazsa!” diye korkmuştu. Düzen bozulmamalıydı! Kitapta İsmail, Boncuk’a “Hak mı? O da ne? Biz çocukların hakları yoktur ki. Bizim yalnızca görevlerimiz vardır.” der. Devam eder… Annelerimiz “Servisi bekletme!... Servis şoförü, ‘Kıpırdamayın! Doğru oturun!... Öğretmen, ‘Konuşma, önüne bak!’... Babam, ‘Ödevlerini yap!’ der ve bu böyle devam eder gider. Boncuk sorar: “Hiç hakkınız yok mu?” İsmail’in yanıtı düşündürücüdür. “Ara sıra kendimize pahalı oyuncaklar, ünlü markalı giysiler aldırma hakkımız var. Hafta sonları bazen AVM’lere gitme hakkımız...” Kimse çocukların neden bunları yapmak zorunda olduklarını sorgulamaz. Çünkü eninde sonunda işin ceza boyutu vardır. Böyle yetiştirilen bir çocuk nasıl birey olabilir?
ÇOCUKLARI EĞİTME İŞİ GÜRÜLTÜ YAPANLARA KALIYOR!
Birden bir karmaşa yaratılıyor. Patırtı kütürtüyle “hak” diye nitelendirilen uygulamalar, demokratik (!) bir biçimde önümüze koyuluyor. Üstelik, boyun eğmemiz için bu karmaşanın bizim seçeneğimiz olduğuna inandırılarak! Çocuklar, bu döngünün içinde çaresizce tepki veriyor; vuruyor, tekmeliyor, kırıyor, bağırıyor. Hareketsiz olanların sağlıklı olduklarını sanmayın. İstisnalar dışında, akran baskısıyla sindirilenler ya da kendini korumaya çalışanlar. Çoğu zaman aileler, psikologlardan, öğretmenlerden yardım istiyor: “Biz bununla baş edemiyoruz!” “Bu” dedikleri kendi çocukları! Sanki çocuklar elektrikli ev aleti. Bu kaosun içinde çocuklarına sınır koymakta zorlanan anne babalar, aletlerinin kullanma kılavuzlarını kaybetmişler. Aile eğitimde gönülsüz, okul sanal öğretimle meşgul, toplum denetlemekten aciz!
ÇOCUKLAR, BU ÇARKLAR ALTINDA İNİM İNİM İNLEMEKTE…
Dünyanın birçok ülkesinde; Tanrı’ya, devlet büyüklerine gereken saygıyı göstermekte kusur etmeyen, eğitim yasalarına körü körüne boyun eğen anlayış geçmişte de vardı, bugün de devam etmekte… Devletler, her yıl, insan doğasına aykırı sınavlarla ülkelerindeki zekâ çiçekleri arasından en güzellerini seçtiğini sanıp diğerlerini bir kıyımın içine bırakmakta… Aileler de bu kıyımı yakarışlarla isteseler de istemeseler de desteklemekte… Çocuğun sınırlarını zorlayan, oyun oynamasını, kitap okumasını engelleyen bu baskıcı, geri anlayış da nedir? Başarılı olmanın başka yolu yok mudur? Amacını kaybetmiş bir eğitim sisteminde, çocuklarımızı başarılı ilan edip yok olmalarını gururla seyreden biz değil miyiz? Çarklar baştan kurulmuş, egemenin isteği doğrultusunda dönmekte…
Her şey Köy Enstitüleri’nin kapatılıp 7 Aralık 1949’da, Milli(!) Eğitim’i ABD kültürünün hizmetine sunan bir anlaşma yapılmasıyla başladı. Türkiye’nin aklı, becerileri, bilgisi, yetenekleri artık ABD’nin hizmetine sunuluyordu.
ABD, özellikle eğitimde dini, dayatmacı bir anlayışla araç olarak kullanmaya başladı. “Eğitim”in, “okul”un, “öğretmen”in işlevi yeniden tanımlandı. Öğretmen değersizleştirildi, öğrencinin bireysel özellikleri görmezden gelindi. Testler her şeyi öğretmek için tek çözümdü. Merkezî sınavlar, fabrikadaki “son kontrolcü” misali... İnsan gibi karmaşık bir yapının kalite kontrolü ancak böyle yapılabilir! Veliyi ise bu niteliği olmayan eğitimin ücretini ödemeye zorladı. Devlet okulları niteliksiz! Özel okullar nitelikli (!) Ekonomisi olan “nitelikli” eğitimi satın alır, olmayan “niteliksiz” devlet okullarında eğitim görmeye zorunludur! ABD, bizim iznimizle her şeyi aşama aşama denetim altına aldı. Ülkesinde özgür olamayan insanlardan bağımsız, bilimsel bir eğitim nasıl beklenebilir? Kışla kültüründe organize edilmiş eğitime bir de yabancı dil sorunu eklendi. Artık uluslararası nitelikli(!) çağdaş, modern insanlar yetişiyordu. Ana dilini dahi tam öğrenmeden yabancı bir dilin, kültürün dayatmasıyla toplumuna yabancı bir kitle ortaya çıktı. Standartlaştırılmış, bilgi depolama, diploma dağıtma merkezi olarak fabrikasyon üretime benzer biçimde eğitilmiş, biçimlendirilmiş insanlar kapitalist pazara sürüldü. Kendi seçeneği sorulmayan çocuk geleceğini yaratabilir mi? Sisteme karşı çıkabilir mi?
RÜYAM “YENİ BİR ÇOCUK” MODELİ!
Kendi olabilmenin kamunun itibarına ya da ekonomik karşılığa bağlı olmadığını kavrayan bir varlık, yüksek ücrete rağmen çevreyi kirleten bir fabrikada çalışmayı sorgulayacak, farklı kazanç yolları aramayı yeğleyecek bir çocuk düşlüyorum. Hangi sistem veya devrim, yeni bir çocuk ya da insan modeli yaratabildi? Üretim- tüketim arasında sıkışıp kalmış bir dünyada ne mümkün? Çocuklar anne babalarıyla mı, devletle mi savaşacaklar? Akılları başlarına geldiğinde bakıyorlar, büyümüşler, onlar da bu çarkın parçası oluvermişler. Aslında hiçbir çocuk “siz” olmak istemiyor. Bir izin verseniz... Saat 8.00 olmuş. Zifiri karanlıkta, düşmüşler yollara… Bir diyardan bir diyara okullarına gidiyorlar. Ne için? Kim için? İnsan olabilmeyi başaramamış biz zavallılara karşı örgütlenmenin zamanı gelmedi mi?