Çoğunluğun gücü ve azınlığın onuru
Toplumun işleyişini belirleyen de bu kimliktir. Vatandaşlık, etnik aidiyet, ulus veya dini kimlikler gibi değerler değildir. Milyonların temel ihtiyaçlarını, sadece ve sadece ekonominin motor gücü olan sınıfsal kimlikler üretiyor. Avrupa’da bu kimlikler içerisinde yerliler kadar yabancılarda dahildir.
Mesela bütün yabancıları ‘islamofobiyle’ damgalayabilirsiniz, ana dillerini yasaklayabilirsiniz, ya da etnik kökenlerine göre egemen kültürden dışlayabilirsiniz, gettolaşmaya zorlayabilirsiniz; bunların hiçbiri toplumsal üretimi engellemez.
IRKÇILIK VE YABANCI İŞ GÜCÜ
Fakat bütün çalışan yabancılar 1 günlük iş bıraksa? Sistemin çarkı döner mi?
Avrupa Birliği’nin merkezi devletlerinde üretilen artı değerden, hakim sınıf zenginleşirken orta sınıf ile alt sınıfın pastadaki payı, azalmaya başladı. Avrupa’nın ‘zenginliği’ tarihsel sömürgeciliğe, ırkçılığa, üstün teknolojiye ve yabancı iş gücüne dayanmaktadır.
Ancak 21.yüzyılda sömürülecek eski dünya arkada kaldı, üstün teknoloji ise artık Asya’da üretiliyor. Peki ırkçılık ve yabancı iş gücü?
Almanya’daki uzmanların öngörüsüne göre, her yıl dışarıdan ‘400 bin ile 1,5 milyon’ iş gücüne ihtiyaç var. Hükümet bu süreci kolaylaştırmak için elinden gelen herşeyi yapıyor, fakat Alman halkının ‘rızasını’ alıyor mu? Hayır, sadece ‘oyunu’ alıyor.
İşte ırkçılık meselesini bu açıdan ele almalıyız.
Örneğin Alman yerlilerinin önemli bir kesimi ‘hükümet beni ciddiye almıyor’ durumuna karşı, milliyetçiliğe sarılıyor ve bu tepki içerisinden ırkçılıkta doğuyor.
Bugünkü Almanya veya Avrupa; filozofların, düşünürlerin, icatların ve bilimin ışığının saçtığı Avrupa değildir. Lenin’in saptamasıyla ‘gerici Avrupa’dır; dolaysıyla ırkçılıkla nereye kadar?
Kamuoyu araştırmaları Almanya’da eyaletlere göre, toplum içerisinde ırkçılığın %20 ila %42 olduğunu belgeliyor. Ekonomik refahın düştüğü yerde ırkçılık yükselmektedir. İlginç olan, yabancı sayısının çok düşük olduğu bölgelerde ırkçılık yine yükselişte. Örneğin 5600 yerli vatandaşın bulunduğu bir köye yerleştirilen 20 mülteci, ırkçılığın yükselmesine ‘neden’ sayılıyor.
Toplumda utanç verici sayılacak “Alltagsrassismus“ kavramı, yani ‘normal gündelik hayat içerisindeki ırkçılık’, açıkça yer edinmiştir. Almancayı ana dil gibi kullanan ancak dış görünüşü Almana benzemeyenler, günlük ırkçılıktan nasibini alıyor. Dış görünüşüyle ‘Almana’ benzeyen, ama Almanca bilmeyen yine nasibini alıyor.
Toplumda rastladığımız şöyle bir eğilimde var; “yabancıların olması bir yandan iyidir, yoksa hiç kimsenin yapmak istemediği ‘kötü’ işlerde kim çalışır?” Bu söylem bilinçli ve bilinçsiz yapılan üstü kapalı ırkçılıktır.
PEKİ IRKÇILIKLA İLGİLİ VEYA IRKÇILIĞA KARŞI NE YAPILIYOR?
Devlet ‘ayrımcılık karşıtı yasalar ve kurumlarıyla ırkçılığın üstesinden geldiğini ve görevini yaptığını düşünüyor. Sermaye çevreleri genelde yerli ve yabancıya bakmazsızın, zenginliğin kaynağı olan emek sömürüsüne bakıyorlar. Çünkü sermayenin dini, dili, rengi olmaz.
Ancak holding medyası örneğin kriminal bir olayı haber yaptığında, (yerli olmayan) zanlıyı veya suçluyu etnik ve dini kimliğiyle öne çıkarır. Buradaki propagandanın hedefi, yerli kitleye ‘suçun kaynağı eşittir etnik köken’ gibi bir denklemin, sürekli tekrarını ezberletmektir. Fakat kriminal olaya bulaşmış yerli birine, bu denklem uygulanmıyor. Böylece ırkçılığın kökeni egemen sınıf ideolojsinden kaynaklanıyor diyebilirmiyiz? Çünkü ‘halk destekli’ örgütlü ırkçılığı yaygınlaştırmak, ‘kendiliğinden’ gelişemez. Arkasında güçlü ideolojik propaganda ve manipülasyon aygıtı çalışıyor.
Bu ideoloji yeri geldiğinde siyasete girerek, ‘kültürlerin’ kavgasını da ateşliyor. Şunu söyleyebiliriz; farklı kültürler bir birine entegre edilemez! Çünkü farklı olmaları varlık nedenleridir. Ama yan yana yaşayabilirler.
KURUMLAR IRKÇILIĞA KARŞI YETERSİZ
Diğer yandan eğitim ve kültür kurumları ayrıca okullardaki müfredatlarda, ırkçılığa karşı yetersiz kalıyor. Sadece Nazi dönemini tarih içerisinde anlatmak, günümüzün ırkçılığıyla mücadelede yetmiyor. Bunu nereden anlıyoruz?
Almanya’da doğmuş veya burada büyümüş gençler, vatandaş olsalar bile, toplumun önemli kesimlerince orijin ‘Alman’ kabul edilmiyorlar. Yani bu kesimlere göre vatandaşlık bağı değil, etnik bağ ‘Alman’ olmayı belirliyor. Bu etnik bağ, kendi ‘değerler sisteminin’ tehlikede olduğunu öne sürerek, karşıtına ihtiyaç duyuyor.
Bu tepki hergün şöyle dillendiriliyor: “Yabancılar işimi elimden alıyor, bizim vergilerimizle mülteciler geçiniyor, onların yüzünden ev bulamıyoruz, gittikçe çoğalıyorlar, hayat pahalılığının nedeni onlardır.”
Bu örneklerin genelleme yaparak, hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
O halde sormak gerekir, siz hangi yabancıdan söz ediyorsunuz?
Çoğunluğun gücünü azınlığın onuruna karşı kullanmak, yani “küçük yabancıya” karşı uygulamak kolay bir marifettir. Ama böyle ‘marifetle’ anılmak, insanlık adına utanç vericidir ve insanı eğer büker. Aydınlanmış hiç bir toplum böyle anılmak istemez.
Sıkıysa gücünüzü, küçük yabancıya değilde “büyük yabancıya” karşı kullanın. İşte o zaman örnek toplum olursunuz. Büyük yabancı da kimdir?
ALMAN HALKININ ÇIKARLARI
Mesela NATO. NATO diyor ki, ey Alman devleti sen milli gelirin %2’sini, silah sanayine yatıracaksın! Alman halkının çıkarlarını değil, ‘kriz bölgelerini’ koruyacaksın!
Diğer büyük yabancı olan emperyalizm, önce ilan ediyor, peşine Almanya’nın doğal gaz hattını terör saldırısıyla kaynağından koparıyor. Bir başka büyük yabancı olan ulusötesi tekeller, Alman firmalarına Almanya’yı terk edin diyorlar. Küresel büyük yabancıda, Alman yerli ürünlerini değil %80 bizim ürünlerimizi alacaksın diktasını dayatıyor. Doğu Almanya’nın kayyum adı altında servetini gasp eden tekeller, büyük yabancıyla işbirliği halinde değil miydi?
Pandemiyi bahane ederek, Almanya’nın ekonomisine kilit vuranların arkasındaki büyük yabancı kimdi?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz, ancak ırkçılıktan prim yapan merkezler veya siyasi partiler, hedef saptırmada başarılılar. Küçük yabancı hedef tahtasına konuluyor, büyük yabancı ise tahtanın arkasında gizleniyor.
Irkçılık neden ‘zenginliğin ve refahın’ merkezi olan Avrupa ve Kuzey Amerika’da en yüksek seviyede?
Örneğin Alman halkının tarihinde çok milletli imparatorluk ve devlet geleneği bulunmuyor.
Dolaysıyla renksiz sosyolojik yapı, Almanların başka toplumlara ‘entegre’ olmaları, veya başka toplumları kendi içlerine katmaları hemen hemen imkansızdır.
Başka yere göç etseler bile, ‘Alman’ kalırlar.
Lenin, emperyalizm kitabında 10 milyon Alman’ın Kuzey Amerika’ya göç ettiğini yazar. Bugün tahminen ‘70 milyon’ Alman kökenli ‘Amerikalı’ var diyebiliriz, ancak dil dışında Almanya’daki Almanlarla pek fazla fark görülmüyor. Çünkü ABD’de ‘ortak’ ulus, millet veya kültürden söz edilemez. ABD’de Kültür Bakanlığı bile yok. Çünkü dışarıdan gelen ‘beyaz adam’ vaktiyle yerli kültürü yok etmiştir.
İngiltereden yola çıkan Alman asıllı Robinson Crusoe hikâyesini herkes bilir. Aslında bu hikayede, ırkçılığın kökenini de görebiliyoruz. Issız adanın üzerindeki herşeyi silah zoruyla kendi mülkiyeti ve egemenliği altında gören ‘beyaz adam’, gün gelir ‘Cuma’ adını koyduğu yerli kişiye rastlar. Hayatları önce ‘arkadaş’ sonra efendi – köle sistemine evrilir.