Çoklu baro: Üniter devletin altına yerleştirilen dinamit
Niyetim Doğu Akdeniz’deki gelişmeler üzerine kafa yormaya devam etmekti fakat AKP iktidarının gündeme soktuğu ve sadece yargı sistemi değil ülkenin temelleri açısından tehlikeler arz eden çoklu baro projesini yazmak, bir avukat ve yurttaş olarak mecburiyet haline geldi.
Türkiye Barolar Birliği(TBB)’nin, ülkede faaliyet gösteren 80 baronun tamamına yakını ve avukatların geniş bir çoğunluğunun karşı çıkmasına rağmen iktidar geçtiğimiz hafta çoklu baro düzenlemesini içeren yasa teklifini Meclis’e sundu.
İktidarın Meclis’teki çoğunluğu ve bugüne değin yasa yapmada takındığı uzlaşmaz tavır göz önünde bulundurulduğunda, bu tasarının tıpkı diğerleri gibi Meclis’ten geçmesi olası gözüküyor.
Sadece avukatları değil toplumun tamamını ilgilendiren bu yasa teklifini, hukuki terimlere boğmadan herkesin anlayabileceği dilde iki temel maddede özetleyebiliriz;
- 5000’den fazla avukatın bulunduğu illerde asgari 2000 avukatla yeni barolar kurulabilmesi,
- Nispi temsil sistemiyle farklı üye sayılarına sahip il barolarının, TBB’ye neredeyse aynı sayıda delege göndermelerine imkan sağlanması.
İKTİDARIN GEREKÇELERİNİN ARKASINDA YATAN
İktidar söz konusu çoklu baro ve nispi temsil düzenlemelerinin geçmesi halinde barolarda demokratik bir ortam yaratılacağını ve temsilde adaletin sağlanacağını iddia ediyor.
Hükümet yetkilileri 5000’den fazla avukatın bulunduğu illerde, 2000 asgari rakamına ulaşan grupların yeni barolar kurması suretiyle tek baro hakimiyetinin yıkılacağını savunurken, diğer yandan, örnek olarak 400 küsur avukatın üye olduğu Adıyaman Barosu ve 50.000’e yakın avukata ev sahipliği yapan İstanbul Barosu’nun TBB’ye birbirine yakın sayılarda delege göndermesinin sağlanmasıyla, temsilde adaletin gerçekleşeceğini iddia ediyor.
Söz konusu argümanların arkasında ise iktidarın 20 yıldan bu yana bir türlü kendine yakın yönetimler seçtiremediği İstanbul, Ankara ve İzmir barolarını parçalayarak ele geçirme amacının yattığı anlaşılıyor.
İktidar bu parçalama operasyonunu sürdürürken, söz konusu büyük barolardaki bölücü grupların etkisini kıracağız iddiasıyla milliyetçi ve vatansever kesimden de destek bulmaya çabalıyor.
Fakat olguları bir araya getirdiğimizde çoklu baro ve nispi temsil sisteminin yaratacağı sonuçların tam tersi istikamette olduğunu görüyoruz. Şöyle ki:
FETÖ PROJESİ OLARAK ÇOKLU BARO
Öncelikle, çoklu baro projesinin FETÖ’nün iktidar üzerindeki etkisinin sürdüğü yıllarda uygulanmaya çalışıldığını Aydınlık Gazetesi başta olmak üzere pek çok yayın organı kanıtlarıyla ortaya koydu.
Bir FETÖ projesiyle karşı karşıyayız.
Şimdi, hükümet tarafından baroları bölücülerin elinden kurtarıyoruz argümanıyla sunulan bu projenin yasalaşması halinde doğacak sonuçları sıralayabiliriz;
- İstanbul, Ankara ve İzmir’de etnik, mezhepsel ve ideolojik eğilimlere göre yeni barolar kurulacaktır. Bu suretle etnik ve dini gruplar bölücülüklerini “yasaya uygun bir biçimde” yapabileceklerdir. Burada kimi meslektaşların, “bölünse de bir şey olmaz, bölücüler kendi barolarını kurmaktan çekinirler, yine diğer grupların içinde hareket ederler” gipi gerekçeleri kısa vadeli bakışın ürünü olmakla beraber orta ve uzun vadede cehennemin kapılarının açıldığını fark edememekten kaynaklıdır.
- Hakimler başta olmak üzere devlet memurları, avukatların hangi baroya üye olduğuna göre muamele yapacak ve karar verecektir. Bu durum yargının yanı sıra bürokrasinin tamamıyla ve “yasal” olarak siyasallaşması anlamına gelmektedir.
- Vatandaş işim hallolsun düşüncesiyle hükümete yakın baroya üye olan avukata işini çözdürmek isteyecek, diğer barolara üye olan avukatlar mesleki olarak büyük zararlara uğrayacaktır.
Bu olumsuz sonuçları uzatmak mümkün…
Yukarıdaki maddelerde özetlediğimiz sonuçları toplasanız, çıkarsanız, bölseniz ve çarpsanız da çıkacak sonuç aynıdır; çoklu baro üniter devletin sac ayaklarından olan yargının bölünmesi, parçalanması ve siyasallaşması projesidir.
YARGIYI LÜBNANLAŞTIRMA PROJESİ
Dünyanın neresinde hangi Anayasa Hukuku kitabını açarsanız açın, üniter bir devletin yargısının da üniter olması gerektiği satırlarını okursunuz.
Yargının üniter yapısının yani birliği ve tekliğinin bozulması halinde etnik, dini ve mezhep merkezli grupların kendi yargılarını oluşturmasının kapıları açılır.
Çoklu baro projesi tam da bu noktada devreye girmekte ve yargının birliğini bozmayı amaçlamaktadır.
Bu gerçeği göremeyip çoklu baroyu “bölücülerle yakınlaşan baroları parçalayacak” bir proje olarak değerlendirerek destek verenler, kısa vadeli hesaplara hapsolmuş durumdadırlar. Atladıkları nokta ise bu projeyle orta ve uzun vadede yargının bölünmesinin ve siyasallaşmasının yasal bir zırha kavuşacak olmasıdır.
ABD tarafından Anayasa’sı yazılan Irak ve Fransız işgalinin ürünü bir Anayasa’ya sahip Lübnan’da yargı değil fakat yasama ve yürütme organlarında durum aynı şekildedir.
Bu ülkelerde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı farklı etnik veya mezhepsel gruplardan seçilmektedir ve bu durum Anayasa’yla güvence altına alınmıştır.
Çoklu baro projesi de benzer bir şekilde avukatları etnik, dini ve ideolojik kimliklerine göre bölmektedir.
Projenin yargıda, dolayısıyla uzun vadede üniter devlette bir bölünmeye neden olacağı açıktır.
NASIL TEPKİ VERMELİ?
Yazımın başında ifade ettiğim üzere çoklu baroya TBB, Barolar ve avukatların büyük bir çoğunluğu karşıdır.
Karşı durmayan veya duramayanlar ise hükümetten nemalananlar ve/veya resmin tamamını göremeyenlerdir.
Bu yasa teklifine karşı tepkiler iki farklı ve maalesef bölünmüş kanaldan devam etmektedir;
Bir tarafta TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun hükümetle müzakereyi içeren yolu, diğer tarafta ise 80 baronun tamamına yakınının desteklediği eylemler yoluyla iktidarı uyarma ve teklifi geri çekmeye zorlama siyaseti mevcuttur.
İki tarafında amacı aynı fakat izlediği yollar farklıdır.
Avukat eylemlerinin kitleselliği göz önünde bulundurulduğunda, baroların izlediği yolun avukatlar nezdinde destek bulduğunu tespit ediyoruz.
Bu noktada eylemlere, siyasi yelpazenin farklı taraflarında yer alan grupların destek verdiği ve her birinin haklı bir talebi kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek istediği görülüyor.
Çoklu baronun yasalaşmasından çıkar sağlayacak grupların başında gelen HDP’nin avukat eylemlerine verdiği destek, suyu bulandırma ve haklı talepleri manipüle etme konusunda iyi bir örnektir.
Aynı grup Gezi Parkı eylemleri sırasında da benzer bir taktik izlemiş, eylemlerin başlangıcında “açılım süreci” zarar göreceği endişesiyle eylemcileri “darbeci” olarak nitelendirmiş fakat eylemlerin kitleselleşmesi üzerine Gezi hareketinin sahibi gibi açıklamalar yapmaktan geri kalmamıştır.
Kaldığımız yerden devam edersek, hükümetin tasarıyı apar topar Meclis’e getirmiş olması müzakere yolunun sonuç vermediğini gösteriyor.
Geldiğimiz noktada isimlere ve makamlara yoğunlaşmak yerine kurum bazlı hareket etmek ve avukatların tamamına yakınının reddettiği projeye karşı mücadelede “Anayasal” çerçeve içinde yeni siyasetler üretmek şarttır.
Kapsayıcı siyasetler üretmek ise diğer yolu seçenleri ötekileştirmemek, ön yargılı ve indirgemeci davranmamaktan geçmektedir.
Aksi tavırlar mücadeleyi böler ve üniter devletin temellerini sarsacak olan FETÖ projesinin yasalaşmasını kolaylaştırır.
Projenin yasalaşması halinde TBB’nin, İstanbul Barosu’nun veya Ankara Barosu’nun başında kimin olduğunun bir önemi kalmayacaktır.
Altını çizmek gerekirse, çoklu baro tartışmasını mesleki bir tartışmaya veya 2-3 şahsın koltuğuna indirgeyen çizgi topyekun yanlıştır.
“Bu proje geçse de bölücü barolar kurulamaz diye” daha şimdiden parmak hesaplarına girişmek yanlıştır.
Proje bölücülere darbedir iddiasıyla, bölücülüğü yasal hale getirecek bir projeyi desteklemek ise Anayasa’nın değiştirilemez ilk 3 maddesine ihanettir.
Çoklu baro projesine karşı mücadele sadece avukatların değil Cumhuriyet ve üniter devlete sahip çıkanların da görevidir.