COP27 İklim Zirvesi: Yine bir kaçamak mı?
COP 27 hafta sonu başladı. COP, BM iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi (UNFCCC) kapsamındaki taraflar konferansı anlamına gelmektedir. 1992 tarihli UNFCCC kapsamında her ülke "tehlikeli iklim değişikliğinden kaçınmak" ve sera gazı emisyonlarını küresel olarak adil bir şekilde azaltmanın yollarını bulmakla yükümlüdür. Paris'teki 2015 COP'ta ülkeler, küresel sıcaklık artışlarını sanayi öncesi seviyelerin "çok altında" 2C'de tutmayı taahhüt ederken, ısınmayı 1,5C ile sınırlamak için "çaba sarf etmeyi" taahhüt ettiler. Bu hedeflerin yasal olarak bağlayıcı olduğu ve anlaşmada yer aldığı varsayılmaktadır. Bununla birlikte, bu hedeflere ulaşmak için ülkeler, sera gazı emisyonlarının yakın vadede, çoğu durumda 2030 yılına kadar azaltılması - ya da gelişmekte olan ülkeler söz konusu olduğunda frenlenmesi - için bağlayıcı olmayan ulusal hedefler üzerinde de anlaştılar. Bu hedefler ulusal olarak belirlenmiş katkılar olarak bilinmektedir.
Mısır'ın Sharm-el-Sheikh kentinde düzenlenen uluslararası COP 27 iklim değişikliği konferansının açılışında BM, son sekiz yılın şimdiye kadar kaydedilen en sıcak dönem olduğunu ve dünya sıcaklığının sanayi öncesi döneme kıyasla uluslararası hedef olan 1,5C'den daha fazla artmasını engelleme şansının “neredeyse imkansız” olduğunu ortaya koyan yeni bir rapor yayınladı.
Deniz seviyesinin yükselme hızı 1993'ten bu yana iki katına çıktı. Ocak 2020'den bu yana seviye yaklaşık 10 mm yükselerek bu yıl yeni bir rekora ulaştı. Sadece son iki buçuk yıl, uydu ölçümlerinin yaklaşık 30 yıl önce başlamasından bu yana deniz seviyesindeki genel yükselişin yüzde 10'unu oluşturuyor.
SICAKLIKLAR SON 30 YILDA ORTALAMANIN İKİ KAT ÜSTÜNDE ARTTI
Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (WMO) raporuna göre, Avrupa'daki sıcaklıklar son 30 yılda küresel ortalamanın iki katından fazla arttı. 1991'den 2021'e kadar Avrupa'daki sıcaklıklar her on yılda ortalama 0,5 C arttı. Bunun fiziksel sonuçları oldu: Alp buzulları 1997 ile 2021 yılları arasında 30 metre buz kalınlığı kaybederken, Grönland buz tabakası da eriyerek deniz seviyesinin yükselmesine katkıda bulundu. 2021 yazında Grönland, en yüksek noktası olan Summit istasyonunda şimdiye kadar kaydedilen ilk yağışı aldı.
Aşırı hava olaylarının bir sonucu olarak insanlar hayatını kaybetti. Rapora göre 2021 yılında, yüzde 84'ü sel ve fırtına olan yüksek etkili hava ve iklim olayları yüzlerce kişinin ölümüne yol açmış, 500 binden fazla kişiyi doğrudan etkilemiş ve 50 milyar doları aşan ekonomik zarara neden olmuştur. Felaket zaten burada.
Önemli bir araştırmaya göre, dünya birden fazla "feci" devrilme noktasının eşiğinde. Çalışma, insanlığın bugüne kadar neden olduğu 1,1C'lik küresel ısınma nedeniyle zaten geçilmiş olabilecek beş tehlikeli devrilme noktasını gösteriyor. Bunlar arasında, Grönland'ın buz örtüsünün çökerek deniz seviyesinde büyük bir yükselmeye yol açması, Kuzey Atlantik'teki önemli bir akıntının çökerek milyarlarca insanın gıda için bağımlı olduğu yağmuru kesmesi ve karbon açısından zengin donmuş toprağın aniden erimesi yer alıyor. Çalışmada, şu anda beklenen minimum artış olan 1,5C'lik ısınmada, beş devrilme noktasından dördünün mümkün olmaktan çıkıp yüksek ihtimal hale geldiği belirtildi. Ayrıca 1,5C'de, geniş kuzey ormanlarındaki değişiklikler ve neredeyse tüm dağ buzullarının kaybı da dahil olmak üzere beş devrilme noktası daha olası hale geliyor.
KARBON EMİSYON HEDEFİNE UZAĞIZ
Ülkeler net sıfır karbon emisyonuna ulaşıyor mu? IMF'nin yeni raporuna göre yakın bile değiller. Net sıfır söylemi gerçeklerle örtüşmüyor. IMF'nin mevcut küresel iklim politikalarına ilişkin yeni analizi, bunların yalnızca yüzde 11'lik bir kesinti sağlayacağını gösteriyor: "Bu oran ile olmamız gereken yer arasındaki fark çok büyük; AB'nin mevcut yıllık emisyonlarının beş katından fazlasına eşdeğer."
BM'nin çevre ajansı ise şöyle dedi: "1,5C'ye giden inandırıcı bir yol yok." BM çevre raporu, ülkeler tarafından taahhüt edilen CO2 kesintileri ile küresel sıcaklıktaki herhangi bir artışı uluslararası kabul görmüş hedef olan 1,5C ile sınırlamak için gereken kesintiler arasındaki boşluğu analiz etti. İlerlemenin "ne yazık ki yetersiz" olduğu sonucuna varıldı.
Ülkelerin 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşma yönündeki uzun vadeli taahhütleri yerine getirilse bile, küresel sıcaklık yine de 1,8C artacaktır. Ancak BM raporuna göre, bu sıcaklık sınırına ulaşmanın bile inandırıcı olmadığı belirtiliyor. Bunun yerine rapor, mevcut karbon azaltma politikalarının 2,8C ısınmaya neden olacağını, taahhüt edilen politikaların ise bunu 2,6C'ye düşüreceğini ortaya koydu. Daha zengin ülkelerden daha fakir ülkelere akacak fonlara bağlı olarak yapılacak yeni taahhütler bu oranı ancak 2,4C'ye düşürebilir.
Uluslararası Enerji Ajansı geçen yıl, dünyanın 1,5C'de kalması için yeni fosil yakıt geliştirilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunmuştu: "Bu gelişmeler hızla engellenmezse, iklim çöküşünün en kötü etkilerinden kaçınma umutları için felaket olabilir." Bunun yerine, enerji krizi ve Ukrayna'daki savaş nedeniyle, bazı AB ülkeleri de - ısrarla geçici olarak - kömür yakıtlı elektrik üretimine geri döndüler ve sıvılaştırılmış doğal gaz terminalleri inşa ederek ve yeni gaz sahaları keşfetmek için Afrika'daki ve başka yerlerdeki ülkelerle anlaşmalar arayarak yeni fosil yakıt kaynakları arayışına girdiler.
GELİŞMİŞ ÜLKELER TAAHHÜTLERİNİ YERİNE GETİRMEDİ
Halihazırda bizimle birlikte olan çevre felaketi engellenebilir ve hatta tersine çevrilebilir mi? Eğer özel finans ve sermayeye güvenmek zorunda kalırsak bu mümkün olmayacaktır. Özel sermayenin iklim azaltımını finanse etmek için verdiği sınırlı taahhütler bile yerine getirilmemiştir. ABD, Birleşik Krallık, Kanada ve Avustralya, gelişmekte olan ülkeler için iklim finansmanındaki "adil paylarının" milyarlarca dolar gerisinde kaldı.
Carbon Brief tarafından yapılan bir değerlendirme, zengin ülkeler tarafından sağlanan uluslararası iklim finansmanının payını, iklim krizindeki sorumluluklarının bir ölçüsü olarak, bugüne kadarki karbon emisyonlarındaki paylarıyla karşılaştırdı. Zengin ülkeler 2020 yılına kadar yılda 100 milyar dolar sağlamayı taahhüt etmişlerdir. ABD'nin geçmiş emisyonlarına göre bu pay 40 milyar dolar olacaktı. Ancak verilerin mevcut olduğu en son yıl olan 2020'de sadece 7,6 milyar dolar sağladı. Avustralya ve Kanada analizde belirtilen fonun sadece üçte birini sağlarken, İngiltere dörtte üçünü sağlamış ancak yine de 1,4 milyar dolar eksik kalmıştır.
Oxfam International'ın iklim değişikliği politikaları sorumlusu Nafkote Dabi şunları söyledi: "Zengin ülkeler uzun süredir verdikleri yılda 100 milyar dolarlık sözü yerine getirmemeye devam ediyor.” ifadelerini kullandı.
Yoksul ülkeler küresel ısınmanın etkilerini çok az destekle ya da hiç destek almadan yaşarken, zenginler karbon yoğun sanayilere yatırım yapmaya devam ediyor. Oxfam tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre, süper zenginler karbon yoğun işletmelere yaptıkları yatırımlar nedeniyle Fransa'nın tamamına eşdeğer düzeyde sera gazı salıyor. Oxfam, 125 milyarderin yatırımlarının karbon üzerindeki etkisini inceleyerek, bu kişilerin 183 şirkette toplam 2,4 milyon dolarlık hisseye sahip olduğunu tespit etti. Ortalama olarak her bir milyarderin yatırım emisyonları yılda 3 milyon ton CO2 üretmiştir; bu rakam, en alt gelir grubundaki yüzde 90'lık kesimin ortalama 2,76 ton CO2 emisyonundan bir milyon kat daha fazladır. Toplamda, süper zenginlerin 125 üyesi yılda 393 milyon ton CO2 salmıştır. Bu sayı 67 milyon nüfuslu Fransa'nın salınımına eşittir.
ABD’NİN ASKERİ KİRLİLİĞİ
Bir de savaş var, sadece Ukrayna'da değil her yerde. ABD'nin askeri kirliliği iklim değişikliğine önemli bir katkıda bulunuyor. Eğer bir ulus devlet olsaydı, dünyanın en büyük 47. emisyon yayıcısı olurdu. 2019 yılında Durham ve Lancaster Üniversitesi tarafından yayınlanan bir rapor, ABD ordusunun "tarihteki en büyük iklim kirleticilerinden biri olduğunu, çoğu ülkeden daha fazla sıvı yakıt tükettiğini ve daha fazla CO2 saldığını" ortaya koymuştur. ABD ordusunun ayrıca günde 269 bin 230 varil petrol satın aldığı ve 25 bin kt'den fazla karbondioksit saldığı tespit edilmiştir. Savaşların Maliyeti Projesi, ABD ordusunun yarattığı kirliliğin yılda 257 milyon binek otomobile denk gelen 1,2 milyar metrik ton sera gazı emisyonuna yol açtığını ortaya koymuştur. Bu şaşırtıcı çıktı İsveç, Fas ve İsviçre gibi ülkelerin tamamının emisyonlarından daha yüksek olarak karşılaştırılmıştır.
Yine IMF, Dünya Bankası ve hatta BM'den gelen güçler, iklim değişikliğiyle başa çıkmak için yalnızca piyasa çözümlerine bakıyor. COP27'de ABD Başkanı Joe Biden'ın iklim elçisi John Kerry, iş dünyasına satılacak karbon kredileri için yeni bir çerçeve geliştirmek üzere diğer hükümetlerin, şirketlerin ve iklim uzmanlarının desteğini almaya çalışıyor. Kerry, elde edilecek gelirin yeni temiz enerji projelerini finanse edebileceğini savunuyor. Kerry, özel sektörün masaya "ikna edilebileceğini" çünkü bunun en çok kirleten şirketlere emisyonlarını ele almanın bir yolunu sunacağını söylüyor. Ancak karbon kredileri aslında şirketler için emisyonları azaltmaktan kaçınmanın bir yöntemidir, çünkü herhangi bir şey yapmadan satın alabilirler. Ayrıca toplanan paranın fosil yakıt üretimini azaltmak için kullanılacağının da garantisi yok.
YEŞİLE GEÇİŞ ANCAK DEVLET YATIRIMIYLA YAPILABİLİR
Benim görüşüme göre, karbondan arındırılmış bir enerji sistemine geçiş ancak küresel olarak organize edilirse ve devlet yatırımlarıyla finanse edilip uygulanırsa gerçekleşebilir. Yakın zamanda yapılan bir çalışma, 2050 yılına kadar fosil yakıtlardan neredeyse arındırılmış bir enerji sisteminin gerçekçi bir geleceğini sunmakta ve büyük miktarlarda rüzgar, güneş, batarya, elektrikli araçlar ve yeşil hidrojen gibi temiz yakıtlarla küresel olarak bugüne kıyasla yüzde 55 daha fazla enerji hizmeti sağlamaktadır. Böylesi net sıfır karbonlu bir gelecek sadece teknik olarak mümkün olmakla kalmıyor, aynı zamanda araştırma gösteriyor ki bugün sahip olduğumuz kirletici fosil yakıt temelli sistemle devam etmekten dünyaya 12 trilyon dolar daha az maliyet getirmesi bekleniyor.
Fosil yakıt endüstrisini destekleyen ve finanse eden kapitalist bir dünya ekonomisinde sera gazı emisyonlarını ve artan küresel sıcaklıkları kontrol edemeyeceğiz veya tersine çeviremeyeceğiz (eğer bu hala mümkünse). Hükümet ve şirketlerin kararlarını kontrol eden aşırı zenginler karbon yoğun işletmelere yatırım yapmaya devam ederken de bu olmayacak.