22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çukurova / Çağdaş (1)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İngiltere’de 1870’li yıllarda dönemin en etkili ve ünlü sanat eleştirmeni, sanat eğitimcisi ve ressam John Ruskin İngiliz ulusunun kültürel bilincini yükseltmek, sanat kültür ve bilim yoluyla toplumu aydınlatmak ve onun temelinde yer alan bireyi eğitip olgunlaştırmak amacıyla yakın bir grup arkadaşıyla birlikte tarihsel bir girişim başlattı.

Çünkü o süreçte -bugün Türkiye’de bile- neredeyse 250 yıldır siyasal toplumsal ve kültürel olarak ısrarla gıpta edilip peşine düşülen ve adına “Batı Uygarlığı” denilen büyük insanlık birikiminin temelinde duran parlak Rönesans döneminin başta sanat ve kültür olmak üzere birçok yaratıcı alanda toplumsal olarak önü önemli ölçüde tıkanıp dağılmış görünüyordu.

Başta, kadim Rönesans’ın merkez kültürünün ana toprağı İtalya olmak üzere Fransa, Almanya, İngiltere vd. Avrupa ülkeleri vizyonu yüksek, ufku geniş seçkin entelektüeller, sanatçılar, ressamlar, edebiyatçılar, siyasetçiler ve bilim insanlarından bazıları bu tarihsel tıkanıklığa çare olmak üzere yeni modern çözümler arama niyetiyle harekete geçmişlerdi.

John Ruskin de işte o modern öncülerin önde gelenlerindendi.

Ruskin İngiltere’de 19. yüzyılda boy vermeye başlayan bu yeni modernleşme döneminde gerçekleşen bir dizi sanayi devrimi atılımına rağmen halkın çoğunluğunun önemli ölçüde insanca bir yaşamdan uzakta birçok uygarlık ölçütü olanaklardan uzakta oldukça yoksul bir yaşam sürmektedir.

Toplumda keskin bir sınıf ayrımı ve onun yol açtığı çatışma, çelişki, despotluk, dinsel yobazlık, kadınlara ve çocuklara yönelik toplumsal ahlaksal baskılar giderek aşırılaşmış bir durumdadır.

Bu kaotik döneme adını da veren Kraliçe Victoria yönetimindeki İngiltere’de esen bu büyük kaotik toplumsal kültürel ahlaki çatışmalardan doğal olarak o dönemin düşünsel, kültürel büyük ulusal zihni de önemli ölçüde nasibini alacaktır.

İşte tam da bu süreçte John Ruskin ve onun etrafında toplanan bir grup arkadaşı bu tipik tarihsel dönemde yalnızca düşünmek, konuşmak ve durumdan şikayet edip durmakla yetinmeyip bir dönem aydını olarak hiç kimselerin başvurmadığı yepyeni bir yola başvurdular.

Kültürel ve ahlaki olarak sağa sola savrulup dağılan İngiltere’de gerek sanat ve kültüre gerekse toplumsal duyarlıklara karşı “ellerini taşın altına koymak” ve tanıdık yakın çevrelerini de ısrarla ve tutkuyla bu yenilenme ütopyası çabasına katmaya girişirler.

“FORS CLAVİGERA”

“Fors Clavigera” bizzat Ruskin tarafından üç Latince sözcüğün “force” (kudret, güç, erk, iktidar) - “fortitude” (metanet, metin olma, dayanıklı ve sağlam durma) ve “fortune” (talih, şans, baht, servet vb.) kavramlarının birleşiminden yeni bir sözcük / kavram olarak oluşturuldu.

Ruskin, “Fors Clavigera” kavramının tam merkezinde duran bu örgütlü amatör “dost-arkadaş” çevresine her aya bir mektup düşecek biçimde sekiz yıla, yani yaklaşık olarak sayısı doksan altıyı bulan bir dizi “gelecek kurucu” mektup kaleme aldı.

Sonra da artık tarihselleşmiş bu mektupları çoğaltarak konuyu bu yolla toplumsal kültürel gündeme taşıyarak İngiliz ulusunun muhtemel modern hedeflerini, bu hedeflerin gerçekleşmesinde sanat ve kültürün işlevini bütün bir ulusa ve entelektüel çevrelere benimsetmeye çalıştı.

Bu yüzden de çalışmaya öncelikle kimlere başvurması gerektiğini belirleyerek başladı ve onların isimlerinden oluşan uzun bir liste hazırladı.

Sonra da listedeki isimlere planlı programlı bir biçimde her ay bir mektup yazarak ve onları bir tür sanat eğitimi derneğinde maddi ve manevi olarak bir araya getirmeye çalıştı. Bunu yanı sıra da yazmış olduğu mektupları çoğaltıp İngiltere’nin farklı şehirlerinde yaşayan arkadaşlarına düzenli olarak gönderdi.

(İlgilenecek olanlar için önemli bir not: editörlüğünü benim yapmış olduğum bu mektuplardan bir seçki yakında Corpus Yayınları tarafından “Seçme Mektuplar” başlığıyla yayınlanacaktır.)

Ruskin söz konusu mektuplarında tarihsel İngiltere’nin ve Avrupa’nın siyasal toplumsal durumunun yanı sıra İngiliz ulusunun, ulusal sanatının, kültürünün, felsefenin ve ahlakın çıkmazları ile bu çıkmazlardan kurtulunması için gerekli gördüğü önlemlerin ve çalışmaların neler olması gerektiği ile ilgili görüşlerini -bazen umudunu kaybederek, bazen küserek basen de öfkelenerek- ısrarla tüm aydınlara, entelektüellere iletmeye uzunca bir süre devam etmeye çalışacaktır.

Fakat bir süre sonra da bir umutsuzluk hastalığına kapılarak trajik bir biçimde hayata veda edecektir.

Fakat bu mektuplara da yansıdığı kadarıyla -her ne kadar kendisi pek öyle düşünmese de- bu yolla hem ülkesinde hem de Avrupa’da önemli ölçüde başarılı da olacak ve neredeyse bir kaç yüzyıldır gıpta ile bakılan demokratik kültürel uygarlığın ilk temelleri de böylece atılmış olacaktır.

“Yiğidin hakkını yiğide vermek gerekir”se bugün gerek bizde gerekse bütün dünyada kurulu akademik sanat eğitiminin temeli Ruskin’in o mektuplarda yazdıkları, sanat eğitimi konusunda vermiş olduğu konferansları ve söyleşilerinde ortaya koydukları fikirleri ile adım adım inşa etmek üzere kurduğu ilk akademik sanat eğitimi kurumları olarak günümüze kadar yükselerek gelmekte ve dünya milyonlarca öğrenci sanat eğitiminden geçmektedir.

Peki durup dururken niye John Ruskin’den ve İngiltere’deki bu karanlık Viktoryan süreçten ve o sırada gerçekleşmeye başlayan sanayi devrimi ışıltılarından söz etmeye niyetlendim?

Bu yazıyı 11 Mart çarşamba gününün ilk saatlerinde gece yarısını bira geçe yazıyorum ve muhtemel ki öğleden sonra memleketim Tarsus’ta başlığa da aktarmış olduğum gibi ÇUKUROVA / ÇAĞDAŞ isimli bir “çağdaş sanatlar müzesi” fikri vizyonu geliştirilmesine yönelik -tıpkı Ruskin’in yolunu izleyerek- bir dizi görüşme ve toplantı için Tarsus’ta olacağım.

Yarın, yani 12 Mart perşembe günü saat 16.00’da ise yaklaşık 2000 Tarsuslu ve Tarsus sevdalısı desteğiyle Tarsus Kent Konseyi salonunda böyle bir müze çalışmasının ilk basın toplantısını düzenleyeceğiz.

Hafta sonu ise Ankara’da açılan ARTANKARA 6. ÇAĞDAŞ SANAT FUARI’nda hem Corpus Yayınları standında kitaplarımı imzalamak hem Locus Sanat Galerisi ve Portakal Çiçeği Sanat Kolonisi sergi bölümünde çağrılı usta sanatçı olarak resimlerimle bulunacağım.

Orada da yine ÇUKUROVA / ÇAĞDAŞ için bir dizi görüşme yapacağım.

(Konuya devam etmek istiyorum.)