Cumartesi mektupları -(TAMAMI)
İlk mektup eski can dostumuz iş adamı- sanatçı- gazeteci Can Kıraç ağabeyden. Hem eğlenceli hem de can yakıcı bir anı. Can ağabey o kıvrak esprili üslubayla, geçenlere yaşama veda eden dünya güzelimiz Günseli Başar’la ilgili yaşanmış bir olayı anlatmış. Okuyun ve gülerken merhume güzelimize bol ışıklar dileyin:
‘Ben güzele güzel demem...’
“Güzeli ve güzelliği algılama duygusu çocukluk yaşlarında hissedilir. Birçoğumuzun anılarında ilkokul sıralarında başlayan aşk hikâyelerinin özel bir yeri vardır. Ben, 1930’lu yıllarda, gönlümü dolduran böylesine çocuksu bir duygu yüzünden, çeyrek asır sonra hapis cezasına çarptırılacağımı hiç düşünmemiştim!
20 Ağustos 1952 günü, Gaziemir Ulaştırma Okulu’nun 36. dönem yedeksubay öğrencileri, öğlen tatilinde, İzmir’in bunaltıcı sıcağından korunmak için okul komutanlığının önündeki ağaçlar altına serilmişlerdi. Bazılarımız, pilli radyolarımızdan haberleri dinliyorduk. Birden beklemediğimiz bir haberle yerlerimizden fırlamış, bütün gücümüzle “Yaşasın!” diye haykırmaya başlamıştık! Türkiye güzeli Günseli Başar “Avrupa Güzeli” seçilmişti. Sevinç şaşkınlığımız geçer geçmez, ben, bölük başçavuşu olarak arkadaşlarımı, komutanlık binası önünde merasim yürüyüşü için toplanmaya davet etmiştim! “Dikkkkattt! Merasim yürüyüşü marş!” komutumla bölük arkadaşlarım sert adımlarla ilerliyor ve hep beraber söylediğimiz Yedek Subay marşıyla Ulaştırma Okulu’nu inletiyorduk! Heyecanımızın doruk noktasında, keskin sesli bir komut kulaklarımızıda çınlamıştı: “Başçavuş! Yürüyüşü durdur ve buraya gel!”
Emre uyarak yürüyüşü durduruyor ve bölüğe şu komutu veriyordum:
“Sola dönnn! Selâm durrr!”
Sonra komutanlık binasının girişinde bizi izleyen okul komutanına koşarak yaklaşıyor, gözlerinin içine bakarak onu selamlıyor ve tekmilimi veriyordum: “Ulaştırma Okulu 3. Bölüğü merasim yürüyüşüyle Avrupa Güzeli seçilen Günseli Başar’ı kutluyor! Arzederim komutanım!”
Komutan, biraz kızgın biraz mütebessim, yanındaki emir subayı yedeksubay üsteğmen Nezih Akış’a dönüyor ve emrini açıklıyordu:
“3. Bölük başçavuşunu bir hafta süreyla katıksız hapse atınız!” (Nezih Akış milli basketbolcu ve eski Adana valisiydi. Allah rahmet eylesin.)
Böylece, benim 6 yaşımda Naşide Saffet’le başlayıp 25 yaşımda Günseli Başar’la devam eden güzeller ve güzellik tutkum parmaklıklar arkasında noktalanmış oluyordu.
O günden bu yana hangi güzelle karşılaşsam Karacaoğlan’ın şu dizesini hatırlamakla yetinirim: “Ben güzele güzel demem/ Güzel benim olmayınca! “
Günseli Başar’ın kabri sevgi ışıklarıyla dolsun.” Can Kıraç
***
Dedikodu değil gerçekler
Bu mektup da; dostumuz, büyüğümüz Muazzez İlmiye Çığ hanımefendinin kardeşi olan Prof. Dr. Turan İtil’den geliyor. İçli ve duygu dolu, şahsıma hitaben yazılmış bir mektup olduğundan benim için çok önemli. Saygılarımla sunuyorum.
“Sayın Kurtul Altuğ, bir seri dedikodu yerine bilgi ve hakikatlerle işlenen yazılarınızı büyük bir zevkle okuyoruz.
“Milli merkez” başlıklı yazınız, aylardır sizin de üzerinde durduğunuz bu mevzunun nihayet müspet bir yola girmesi bakımından size de zevk vermiştir.
Büyük Atatürk’ü okuyan ve hatırlayanlar nihayet yabancı damgasıyla bir milleti parçalamaya çalışan vatan hainlerinin emellerinin önüne geçebilecek yegane demokratik stratejinin fiyakalı “mitingler ve gösterilerle” değil de “Ulusun bağrından doğan ortak güç”e dayanmasının zaruri olduğunu anladılar.
Babalarımızdan bize miras kalan hayat tarzının ve ortamın hiç olmazsa aynısını çocuklarımıza bırakabilmemiz için başlanan bu hareketin devamı ve büyümesi şart.
Bunun için de yazar ve aydınların Türk halkına ve dolayısıyla politikacılara son 50 seneden çok farklı bir “rol modelliği” ve “ikaz mekanizması” göstermesi şart.
Anlaşıldı ki, herkesin “idealist” olmadıgı, en demokratik ülkelerin dahi uzun vadeli, egoist planlarının bulunduğu bir dünyada küresel demokrasi, insan hakları çağrıları en iyi niyetlerle yapılsa dahi, vatan-millet ikinci plana atılınca , küresel egoistler, idealistler ve vatan hainleri birkaç sene içinde o memleketi Kosova’ya çevirebiliyorlar.
Aşikar düşmanı fiziki olarak görmeden esaretin zincirlerinin acısını çekmeden ve duygusal sebepler olmadan “milli gücü” bir arada tutmak ve yürütmek çok zor. Bunun için mümkün olduğu kadar planlı olmak organizasyon yapmak ve bunlar için de bol, bol mantıki sualler sormak ve cevaplari muspet, nihayi ve cabuk bir şekilde eleştirmek önemlidir.
Bu anlayış çevresinde bizim ilk sorularımızdan biri mesela, Aydınlık’ta resmi çıkan 24 “milli merkezci” arasında neden yalnız bir tane asker asıllı olduğudur? Mukayese edersek Kemal Atatürk’ün Muvayi Milliye’sinden çok farklı bir durum. Prof. Turan İtil