Cumhuriyet kadrolarından tarikat takımına -(TAMAMI)
Bir an için gözlerinizi kapayın ve Kurtuluş Savaşı’nı kazanan askeri kadroları, cumhuriyet basınını ve cumhuriyet heyecanını düşünün...
Cumhuriyet 1923’te ilan edildi. Önümüzdeki 29 Ekim’de 90. yaşına basacak. Şu isimlere bir bakın: Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Kâzım Karabekir, Hasan Âli Yücel ve saymakla bitmeyecek devrim yaratan kahramanlar.
Hiçbirinin hayatında tek bir şaibe yok. Hiçbiri, düşmana karşı savaşmak için kellelerinden başka ortaya koyacak bir birikime sahip değildi. Osmanlı’nın yıkılışını fark ettiklerinde, Mustafa Kemal’in çevresinde toplanan bu insanlara biz cumhuriyetin altın kuşağı derdik. Onlar, kahramanlık destanları, vatan sevgisi, Osmanlı’nın külleri üzerinde kurulmasını hayal ettikleri Türk Halkı’na dayalı bir rejimden başka, ahlak, fazilet ve devlet malına dokunmanın en büyük suç olduğunu bilerek yaşamaktan başka neye sahip olmuşlardır ki?..
Artık görebiliyor musunuz?
Bir de cumhuriyetin altın kuşağının çevresinde yer alan o zamanın adıyla Babıâli matbuatına göz atınız. Hepsi Osmanlı kültürü yanında ya Galatasaray gibi Batılı bir uygarlığın öğrenimini görmüşler ve küçük küçük aileler bir “matbuat ocağı” yaratmışlardır. Yunus Nadi, Atatürk’ün sözlerine değer verdiği, zaman zaman Gazi’yi eleştiren ama yaşadığı sürece Gazi’nin iltifatına mazhar olmuş, cumhuriyetin bir çeşit sözcüsü. Ali Naci Karacan, Atatürk’e inanmış, cumhuriyeti içine sindirmiş, İsmet Paşa ile Lozan Konferansı’nda bulunmuş, birçok devri o altın kuşakla sıkıntılar içinde geçirmiş bir gazeteciydi. Sonradan gelen Hüseyin Cahit Yalçın’lar, Falih Rıfkı Atay’lar cumhuriyete değil ama uygulamalarına karşı olan Refik Halit Karay’lar, vatan şairi Nâzım Hikmet’ler, büyük şair Yahya Kemal Beyatlı ve şiirinde kendine göre güçlü bir üslup yaratmış Necip Fazıl Kısakürek, en son cumhuriyet kuşağının anılmaya dair şairlerinden Cahit Külebi, Behçet Kemal Çağlar, Ece Ayhan, hatta Küçük İskender...
Hepsi cumhuriyetin heyecanını yaşamış gerçek entelektüellerdi. Hiçbiri kendi çıkarları için kalemlerini satmamıştı. Ve biz onlardan sonra gelen kuşak. Metin Toker’ler, Bedi Faik’ler Demokrat Parti’nin önemli ve değerli iki aydın insanı Bahadır Dülger ve Mümtaz Faik Fenik ve zaferin unutulmaz ismi Fatim Fuat ağabey. Tüm bunlara benzeyen basın mensuplarını, yazarlarını çevrenizde görebiliyor musunuz?
Nasıl bu hale geldik?
2002 yılında başlayan süreçle, gördüğünün farkında olmayan, tehlikeyi savuşturamayan bir kuşağın bunların yerlerini aldığı bir basın dünyası yaratıldı. Çoğunu tanımazsınız bile ama televizyon ekranlarında arzı endam ederler ve cehaletlerini kusarken Türk ulusunun ne kadar kazanılmış değeri varsa onu yok etmeye çalışan bir iktidarı yağlar dururlar. Hepsinin yatları, katları ve akıl almaz ücretleri vardır ve bunlara biz şimdi dönekler diyoruz. Bu dönekler şairin yıllar önce söylediği gibi kim bilir kaç kocadan arta kalan ve bakire olmayan “medya fahişeleridir”.
Bu sözlere alınanlar olacak, hatta kızacaklardır ama gerçek bu. Onlar bavul dolusu sahte düzenlenmiş evrakları taşıyarak Türk ulusunun gözbebeği TSK’yı gözden düşürdüler, şanlı orduyu zanlı ordu haline getirdiler. Yetmedi. Kendilerine göre Nemrut Mustafa Divanı’na benzer özel mahkemeler kurarak yargının siyasallaşmasına çanak tuttular. Kimileri, 31 Mart’tan arta kalan bir mürteci kuşağı da, yerin altındaki sığınaklarından çıkararak yazılarıyla beslediler ve cumhuriyete saldılar. Yurtdışında kurgulanmış bir filmi tekrar tekrar seyrettirerek Türk milletinin kafasını karıştırdılar ve Türk devletini Atatürk’ün bıraktığı o onurlu yerden alıp dünyada tek başına kalmış, dostlarını düşman yapmasını becermiş bir hale soktular. Bunların yalnız olduğunu sanmayın. 11 yılda öyle bir siyasi iklim yarattılar ki ortalığı kasıp kavurdular. Kimisi devletin imkânlarıyla mal mülk ve teknecik, gemiciklerin sahibi oldu, kimileri de İslami sermaye denen bir sermayeyi kendi aralarında dolaştırarak küçük esnafın, KOBİ’lerin canına okudu. Sıra faiz lobisine geldi, onu da yok etmek üzereler.
Muhalefeti olmayan bir ülkede bunlar doğaldır. Düşünün ki Atatürk ve İnönü’nün partisi CHP’nin başında bugün siyasi donanımı eksik, devlet deneyimi genel müdürlükten öteye geçememiş 2008 tarihli “Silkroad raporu”nun önerdiği biri var. Nemrut Mustafa Divanı Türk aydınlarına, Türk subaylarına akıl almaz cezalar keserken sesi bile çıkmıyor.
Biz nasıl bu hale geldik? Türk ulusu bu kadar aptal, bu kadar uyuşuk ve bu kadar dirençsiz midir ki?..
Eğer öyleyse vah bize ki ne vah!