08 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cumhuriyet sporunda bir zafer abidesi

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Edebiyata ilkin Ankara’nın yoksul kenar mahallelerini, gecekonduları anlatan romanlarla, öykülerle başladım. Çürük Kapı, Toprak Kovgunları, sonra Veresiye Defteri… Gecekondu çevrelerini anlattığım bu üç kitabımdan sonra bazı yazar arkadaşlarım bana “Gecekondu Ağası” diye takılmaya başladılar. İlginç olaylar görüyordum gecekondularda, bunların çoğunu aile olarak yaşıyorduk, edebiyatta işlenmemiş öyküler dinliyordum. Özellikle de gecekondu yıkımları beni çok etkiliyordu. Adı bilinmeyen tepelerde bir anda adı sanı bilinmeyen gecekondu mahalleleri ortaya çıkıyordu. Semtinizin adı yok, sokağınızın adı yok, kapınızın numarası yok. Bir adres bile uyduramıyorsunuz kendinize. 1960’lı yıllarda edebiyatımız gecekondulara uzaktı, köy edebiyatı modaydı. Yaşadığım, tanığı olduğum olaylara baktıkça, şunları Aziz Nesin yazsa, Orhan Kemal yazsa diyordum.

Aradığım, görmek istediğim gerçek gecekondu dünyası henüz yoktu romanlarımızda.

Sen yaz dedim kendi kendime.

Yazmaya başladım. Sözünü ettiğim kitaplarımla gecekonduları içerden göstermeye çalıştım, ilk ödüllerimi de bu kitaplarımla aldım. “Gecekondu Ağalığı” şakaydı elbette, ama hoşuma da gitmişti.

Son zamanlarda başka bir konuya yöneldim. Yazarlığım Gecekondu Ağalığı’ndan Güreş Ağalığı’na doğru evrildi. Gene yaşadıklarım, yeniyetmeliğim, delikanlılığım da var yazdıklarımda. Bazı kitaplarımın hayalleri çok eskilere gider, yazıldıkları tarihlerden epey eskilere gider. Bu yeni romanlarım da öyle... 1980 yılıydı sanırım, “Şampiyon” diye bir boksörün yaşamını anlatan, çok da ses getiren bir film izlemiştik. Sinemadan gözlerim dolu dolu çıkmıştım. Etkilenmiştim. İlk kitabım Çürük Kapı o günlerde basılmıştı. Bizde de ne çok şampiyon vardı, Yaşar Doğu’larımız, Celal Atik’lerimiz olmuştu, neden hiçbirinin filmi yapılmadı, romanı yazılmadı sorusunu sormaya başladım. Bir zamanlar kahraman gibi görülen bu şampiyonlarımız ne edebiyatta, ne sinemada yer bulabilmişlerdi. Yaşar Doğu’nun, Celal Atik’in, Mersinli Ahmet’in, onlarca filmi çekilen, hakkında kitaplar yazılan Muhammed Ali Clay’den ne eksikleri vardı? Jean Echenoz’un “Çek Lokomotifi” diye bilinen Emil Zatopek’i anlattığı Koşmak, Norman Meiller’in M. A. Clay’i konu aldığı Dövüş dünya edebiyatında birer başyapıttır. Daha başkaları da var. Edebiyatta bizim şampiyonlarımız niye yok? Uzun bir süre sordum bu soruyu. Sonunda sen yaz Kemal, dedim gene. Gecekondular gibi, o şampiyonların yetiştiği çevreyi de iyi biliyordum. İki buçuk yıl güreş yaptım, aralarında bulundum, içlerinde yaşadım. Aynı soyunma odalarında soyunduk, aynı mindere ter döktük; gençtim, bazı büyük şampiyonlarla maçım olmasa da antrenman yapmıştım.

Cumhuriyet sporunda bir zafer abidesi - Resim : 1

Önce 2015 yılında Neşter ve Madalya (Destek Y.) geldi, modern güreşin ve olimpiyatların bizde ilk romanı olduğunu söylersem kimsenin bana başka bir örnek göstereceğini sanmıyorum. Keşke olsaydı, okurdum. On dört kadar efsaneleşmiş şampiyonu aynı roman içinde anlattım. İçlerinden biri de köy enstitülü Ahmet Bilek idi. Özellikle onun yaşamının okurları çok etkilediğini gördüm. Yeni bilgiler, belgeler buldum, 2021 yılında da Ahmet Bilek’in romanı ayrı bir kitap olarak H2o Yayınevinden çıktı. Sessiz Şampiyon ile olimpiyatların ve modern güreşin ikinci romanını yazmak da bize kısmet oldu.

Bu büyük şampiyonlar rakiplerinden önce hangi acılarını yendiler, öncelikle bunu anlatmaya çalıştım.

Cumhuriyet’in 100. yılı yaklaşırken, spor tarihimizi altına boğan başka şampiyonlarımız da unutulmasın istedim. Cuma günleri Ahmet Ayık bizi işyerine fasulye-pilav yemeye çağırıyordu. Neşter ve Madalya’yı, Sessiz Şampiyon’u okumuş, sevmişti. Keşke bizim kuşağı da yazsaydın, diyordu. Medved ile minderde birbirlerini yerlerken, sonra nasıl iyi dost olduklarını anlatıyordu. 1965 yılında Manchester’da Medved’le maçından önce kaldığı otelde bir zamanlar Profumo Skandalı’nın kahramanlarından Mandy adındaki güzel kadın Ahmet Ayık’ın çevresinde dönüp durmuş. Beğendiği haberi kulağına dek gelmiş de… O yıllarda kaküllü fotoğraflarıyla anımsadığımız, bakanlar düşüren bu kiralık kızın amacı şampiyonumuzu Medved maçından önce tuzağa düşürmekti belki de… Ajanların bir planı, bir oyunu olamaz mıydı? Sporda Doğu-Batı rekabetinde bazen ajanlara da iş düşüyordu. Ama Manchester’da ne hakemler, ne ajanlar, ne de kiralık kız Mandy’nin cilveleri Medved’i Ahmet Ayık’tan kurtarabildi. Her sohbetimizde daha neler dinliyordum şampiyonumuzdan. Bu kez roman değil, 100. yıl için portreler kitabı yazmaya karar verdim. İki romandan sonra Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri adını verdiğim portreler kitabı Ötüken Neşriyat tarafından basıldı. Ötüken ata sporuna ayrı bir önem veriyor. Güreşi seven, beni daha önceden okuyup izlemiş editörler tanıdım burada. Birinci baskısı tükenen Neşter ve Madalya’nın ikinci baskısı da 2024 başlarında Ötüken Yayınevinden çıkacak.

Ahmet Ayık, son kitabımda anlattığım 25 zafer abidesi içinde yaşayan iki şampiyondan biridir. Türk güreşinin altın yıllarının son halkalarından sayılır. Şampiyonumuz, aralık başında sağlık sorunlarına rağmen Ankara Kitap Fuarı’nda beni yalnız bırakmadı, Cumhuriyet Sporunun Zafer Abideleri’ni birlikte konuştuk. Kadınlar bizde mindere ilk kez onun federasyon başkanlığı zamanında çıktılar. Üstelik de dönem Refah-Yol dönemiydi. Kadının ilk kez sahneye çıkması gibi zorluklar yaşandı. “Tabanca taşımayı hiç sevmem ama o günlerde tabanca taşıdım!” diye yaşadığı sıkıntıları çok kısa anlattı şampiyon. Şaka gibi ama değil. Bu devirde “kadınsız” alanlar isteyen yöneticiler var hâlâ, özellikle de Milli Eğitim’de…

Büyük şampiyon Ankara Kitap Fuarı’ndaki toplantımızdan birkaç gün sonra hastaneye yattı, belinden ameliyat oldu. Şimdi evinde dinleniyor, iyi haberlerini alıyoruz.

Şampiyonumuza geçmiş olsun dileklerimi bir kez de buradan iletmek istiyorum.

Ahmet Ayık; Yaşar Doğu’lar, Celal Atik’ler, Gazanfer Bilge’lerle başlayan Türk güreşinin altın yıllarının son halkası, gerçek bir efsane… Ona sağlık içinde uzun bir ömür diliyorum.