Cumhuriyeti’n üstündeki bulut-(TAMAMI)
Aslında her şey birden bire olmadı. 2002 seçimlerinin getirdiği AKP Hükümeti önce siyasi hakları bulunmayan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a vekaleten Abdullah Gül’ü Başbakanlığa getirdi ve arkasından çok ciddi değişimlerin başlamakta olduğu, toplumun gözünden büyük bir başarıyla saklandı. Sonra CHP “canım bir parti iktidara gelir de onun başkanının seçilme hakkı olmaz mı?” diyerek ortalara çıktı ve televizyon ekranlarında Uğur Dündar’ın hakemliğinde Tayyip Erdoğan’ı meşrulaştırma hareketine başladı.
Hatırlayınız: O tarihlerde Genelkurmay Başkanı şimdi ortalarda pek gözükmeyen Org. Hilmi Özkök’tü. YAŞ toplantısı yapılmıştı ve o toplantıda Başbakan Gül, ordudaki irticai eylemlerinden dolayı bazı ordu mensupları hakkında alınan ihraç kararlarına Milli Savunma Bakanı’yla birlikte muhalefet şerhi koymuştu...
İnanır mısınız kimse bu olayın bir başlangıç olduğunu aklına bile getirmedi. Oysa Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Marmara Orduevi’nde verdiği görkemli bir resepsiyonda konuşuyor ve kararlı bir komutan portresi çiziyordu:
“- Yaş kararlarına muhalefet şerhi koymak ya da türbanı yasal hale getirmek konusunda TSK’nin durumu eskisinden farklı değildir. TSK mensupları bu konuda çok duyarlıdır ve Atatürk ilke ve devrimlerine sadıktır.”
Bizler oradaydık ve derin bir oh çektik ve hele şükür “Cumhuriyeti koruyan bekçiler görevleri başındalar“ dedik. İçimi derin ve saklı bir kuşkunun kaplamakta olduğunu düşünmeden edemedim. Özkök Paşa gazetecilerle hele, hele biz karşıt görüşlülerle göz göze gelmekten kaçınıyordu. Şimdiki Harp Akademileri komutanı Aslan Paşa, o sıralarda Genelkurmay Başkanlığı Halkla İlişkiler Bölümü Başkanı olarak bizleri Genelkurmay Başkanı’na tanıtıyordu. Hilmi Özkök’le göz göze geldiğimde kuşkularım daha da artmıştı. Çankaya’da 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapan Demirel’e o akşam telefon ettim ve dedim ki : “- Sayın Cumhurbaşkanım bu Paşa fazla sivil bir Paşa. Korkarım başımıza büyük dertler açılabilir!” Yanılmamışım.
Bir süre sonra Siirt milletvekillerinden şaibeli biri istifa ettirildi ve Anayasa’da yapılan bir değişiklikle Tayyip Erdoğan’ın seçilme hakkı altın tepsi içinde CHP tarafından kendisine sunuldu. Çok kısa sürede Başbakan Gül, Dışişleri Bakanı olurken ABD’nin istediği asıl Başbakan Erdoğan görevi devralıyordu. Başbakan’ın Cumhurbaşkanı Sezer’den hükümeti kurma görevini aldıktan sonra söylediklerini aklımdan çıkaramadım. Başbakan:
“-Elbette laiklik de tartışılacak. Hem devlet laik olur, bireyler değil” diyordu.
Arkasından Marmara Köşkü’nde beni kuşkulara iten Genelkurmay Başkanı’nın ağzından Kıbrıs konusunda Türk askerlerinin Kıbrıs’tan çekilip çekilmeyeceğine dair, Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin’e şunları söylediğine tanık olduk:
“- Biz TBMM’nin ordusuyuz. Siyaset bize ne emir verirse onu yaparız.”
Oysa ben TSK’nin birinci Meclis’te olduğu gibi Meclis’in ordusu olmak yerine Cumhuriyet’le birlikte Türk ulusunun ordusu olduğunu sanıyordum ve çok kez de bunu kanıtlamıştı. Macera böyle başladı.
Lozan’dan Cumhuriyet’e
Bir süre sonra TV ekranlarında Lozan Antlaşması’nın tartışılması ve o zamanın en çok konuşan TOB Başkanının TV ekranlarında “Lozan delindi, Lozan deliniyor” feryatlarına tanık oluyorduk.
Arkası hızla geldi. O iki sayfa dokuz maddelik Powell- Gül anlaşması ortaya koydu ki; bugün olanlar o günlerde tasarlanmış bir projenin ön adımlarıymış. Oysa 24 Temmuz 1923’de imzalanan ve üç ay içinde yeni Türkiye’nin simgesi olan bazı atılımların yapılmasını sağlayan ve Türkiye’yi dünyada saygın bir yere taşırken devrimlerin temelini atan Lozan gerçekte deliniyordu. Lozan delindi mi ne bağımsızlık kalır ne de devletin kurucu felsefesi...
2008 yılının Mart ayında Ergenekon adı altında özel yetkili mahkemelerde başlatılan ve özel yetkili savcılar tarafından yönetilen operasyonlar sanki emekli Org. Hilmi Özkök’ün bir orkestra şefi gibi değneğinin her hareketinden sonra gerçekleşiyordu. Hedefte: Türk siyasi hayatında ilk defa silahlı kuvvetler vardı. Emekli Orgeneraller, generaller, albaylar, binbaşılar hatta gencecik yüzbaşılar ve ülkenin aydınları bir, bir toplanıyor ve Silivri’de hazırlanan özel mahkeme salonu o subay ve aydınlar için hazırlanıyordu.
Bu anlamlı planlı ve dış güçlerin sahnelediği oyunun aktörlerini anlatmaya devam edelim: Edelim ki bugün olup bitenlere doğru tanı koyabilelim.
Yarın
(Baykal mı suçlu CHP Yönetimi mi?)