Daha çok ‘Emek’ler yok olup gidecek...
Farklı anlatımları vardır ama, sonuçta aynı duyguyu bizlere yansıtır.
Picasso, ünlü Guarnica tablosunu yaptığı sıralarda bir Alman subayı stüdyoya girer ve tablonun üzerindeki örtüyü kaldırarak sorar
-Bu tabloyu siz mi yaptınız?
Picasso da hemen yanıtını verir:
-Hayır, siz yaptınız, der.
Üzerinde onca hengame kopartılan ve yıkılmaması için uzun bir süre direnilip, oldukça etkin ve de riskli protesto gösterileri yapılan Emek sinemasının günümüzdeki görüntüsünü görünce, ister istemez aklıma -nedendir bilinmez- Picasso’nun Guarnica tablosuyla, tabloyu kimin yaptığına ilişkin soru soran alman subayı gelir.
Şimdi birileri de çıkıp bizlere, onun yıkılmaması için direnen, yazı yazan, gaz yiyen, yerlerde sürünüp emek bizimdir diye bağıran insanlara Emek niçin yıkıldı diye sorsalar, acaba buna nasıl yanıt verirler.
Sanırım bu yanıtların çoğunu tahmin etmek pek zor değildir: Alışılmış, klişeleşmiş, yalnızca Emek sineması için değil, benzeri her kıyımda kullanıla kullanıla örselenmiş, hatta çoğu zaman etkisini yitirerek anlamsızlaşmış bilin şeylerdir. Örneğin kent belleğini yok etmek için rant peşinde koşan doyumsuz insanlar, kültür merkezlerinin yerine sevimsiz AVM’leri dikerek ceplerini dolduranlar ve de tüm bunlar karşısında sessiz kalan ilgililer, yetkililer ve de sorumlular vs...Vs....
Dünde de böyleydi, bugün de böyle, sanırım bundan böyle de öyle olacak. Beyoğlu’nun hallaç pumauğu gibi altının üstüne getirilip, bağışlanmayacak bir şekilde sözüm ona değiştirilip dönüşüme uğratıldığı bir dönemde ağıt yakmanın ne önemi var ki? Dün, güzelim eski Glorya, Lüksemburg’u olan Saray’ı, Lüksü, Rüya’yı yıktılar, bugün de Emek’i. Yarın- yıkılmak için sırasını bekleyen tarihi bina kalmışsa- onu da bir süre yıkacaklar. Geçmişin Grand Rue de Pera ile Cadde-i Kebir’in değişmeyen yazgısı bu.
Ama bu yıkımlar kadar acı veren, bağışlanmayacak ve de tarihe not düşecek gelecek kuşaklara bir “ibret vesikası olarak aktarılacak bir başka şeyler var. Örneğin Emek’in yıkım öncesi ve yıkım sürecinde, bir yitik kent kahramanı gibi ortaya atılıp, bu alanda rant peşinde koşanlara karşı bir başka rantın peyinde olan, “Emek yoksa ben de yokum “diyen sahte ve samimiyetsiz kahramanlar gibi...
Çalıştıkları gazeteden rahatsız olduğu halde pundunu bulup bir türlü ayrılamayan, ama Emek’in yıkımını bahane ederek bir taşla iki kuş vurup kendisini bu yıkıma karşı kurban eden, Emek yoksa ben de yokum, dilerek eskisi gibi pek fazla yazmayacağını söyleyen, ama bir süre sonra eskisinden daha çok çok yazmaya devam eden, bu konu üzerine kitap yazıp satmayınca adını bildik sloganla değiştirerek tekrar piyasaya süren, bununla da yetinmeyip Emek için seçilen filmlerini TV ekranlarında her hafta sunan, her Emek protestosunda ön saflarda yer alıp emek üzerine ağıtlar düzen, sonra da yüz seksen derece dönüş yaparak, sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi davrananlar olduğu sürece daha çok, ama çoook Emek’leri yitirip gideriz.
Ama daha acısı, bu tür sahte kahramanlar karşısında Emek’in yıkılmaması için direnen aydınların, yazar-çizerlerin, sanatçıların suskunluğu...
Demek ki Emek’i yıkanların cesareti buradan geliyormuş...