Dairenin döngüsünü kırmak
Thetis, Truva savaşına gitme kararı alan oğlu Akhilleus’u bekleyen trajik sonu öngörmesine rağmen, Hephaistos’a giderek Akhilleus’u koruyacak bir kalkan yapmasını ister.
Homeros İlyada eserinin en çarpıcı kısımlarından biri olan XVIII. bölümünde, hazırlanan bu kalkanın ayrıntılı tasvirini yapar.
Homeros dilin tüm zenginliklerine başvurarak, kalkanın sahip olduğu mükemmel biçimi betimlemeyi amaçlamıştır, çünkü Hephaistos’un yaptığı bu kalkan, Yunan medeniyetinin bütün ayrıntılarını yansıtır.
Hephaistos’un hazırladığı kalkan, dünyayı, denizi, gökyüzünü, yıldızların yanı sıra şenlikleri ve törenleriyle Yunan şehir yaşamını, savaşta kullanılan silahlardan tarımda kullanılan aletlere, hasattan ava kadar kırsal hayatın ince detaylarını, bitki örtüsünü, sayısız hayvan türünü tasvir eder.
Yunanların evreni ve doğayı nasıl gördüğü, insana bakışından hareketle nasıl bir toplum yarattığı, bu kalkanın dairesinin sınırları içinde resmedilir.
Kalkanın en dış çeperindeki büyük Okeanos ırmağı ile, bütün Yunan yaşamı çevreleyip sınırlandırılır, böylelikle kalkan Yunan dünyasını evrenin geri kalan kısmından ayrı tutup, yalıtır.
Şüphesiz Akhilleus için hazırlanan mükemmel biçime sahip bu kalkan, Yunan sanatının doruğunu temsil eder. Ne var ki keskin hatlarla çizilmiş kenarların dışında, başka bir yaşam formunun, belki daha iyi, yetkin ve güzel bir dünyanın var olabileceğinin düşünülmesine izin vermez.
Bu anlamda kalkan sonuçlanmış, tamamlanmış, uygarlıkta gelinen son aşamayı, insanın yaratıcılığındaki zirveyi temsil ederek, Yunan insanının ufuk çizgisine set çeker.
Sanatın mükemmelliği, katı ve keskin biçime dönüşerek, başka bir dünyanın, bambaşka toplumsal ilişkilerin imkânını, olasılığını ortadan kaldırır.
Homeros, sonuçlanmış, tamamlanmış bir dünyanın dairesel formla nasıl estetik biçimde inşa edileceğini göstererek, klasik Batı sanatının yüzyıllar boyunca sadık kalacağı kanonu yaratmıştır.
SONSUZLUK KORKUSU
Elbette Homeros’u Batı edebiyatının kurucusu yapan sadece mükemmel biçimde tasvir ettiği dünyaya sınırlar koyabilme yeteneği değildir.
Homeros eserlerinde, başka sanatsal tasvir yönteminin var olabileceğini, örtük şekilde de olsa göstermiştir. Tasvir edilmek istenen şeyin sınırları bilinmediği ya da sözü edilen şeylerin özü tanımlanamadığı zaman, Homeros kendi koyduğu sınırlarla oynamıştır.
Homeros’u ölümsüz kılan belki de, sınırlarını çizerek inşa ettiği mükemmel sanatını yıkacak, bu sınırları aşacak bakışı, yönelimi eserlerinin içerisinde bulundurma cesaretidir.
Sınırlarını aşacak eğilimleri sayesinde bir eser, yaratıldığı çağın ötesine geçerek yüzyıllar hatta binlerce yıl ayakta kalabilir. Büyük sanat eserleri kendi çağını, çıktığı toplumun eksiksiz, kusursuz tasvirini bu sınırları koyarak yaparken; aynı zamanda bu sınırlarla oynayarak, esneterek, betimlediği toplumunu yıkacak çelişkileri, açmazları da derin bir öngörüyle sergiler.
Şairin görünenin altında kaynayan çatışmalara işaret etmesi karşısında, filozoflar ise her zaman bu çatışmaları dizginleyecek çözümler üretmiştir.
Yunan dünyası, toplumsal ve siyasi kriz içine girdiği dönemde, Platon çözüm olarak sunduğu ideal devletinde, bütün şairlerin Yunan polislerinden kovulmasını önermişti. Çünkü Yunan felsefesi sınırların aşılmasından yani sonsuzluktan her zaman rahatsızlık duymuştur.
Eski Mısır mimarisinin keskin katılığındaki matematiği alan Yunan düşüncesi sonsuzluktan korkardı. Felsefenin kurucusu Thales, evrenin doğasını, özünü araştırırken, sınırları aşmamayı öğütlemişti.
Pythagoras sonsuzluk ve sınır konamayan şeyler karşısında korkuya kapılıp, sayılarla gerçekliği sınırlamaya, düzenlemeye ve tanımlanabilir kılmaya çalışmıştı.
Platon ile birlikte gerçekliği sınırlandırma arzusu daha sistematik biçime kavuşacaktı. Sınırları aşmamak, dairenin döngüsel devinimi içinde ölçülü ve dengeli olmak, erdemin temeli görülüp yüceltilmişti.
SINIRLARI AŞMA ARZUSU
Yunan düşüncesi, Arap düşüncesinin koruculuğu sayesinde Ortaçağ Batı düşüncesi üzerinde etkili olmuş, böylelikle dairesel bakış, matematiksel akıl yürütme biçimi ve geometrik kanıtlama yöntemleri, klasik Batı uygarlığının da çehresini belirlemiştir.
Descartes’in düalist felsefesindeki geometrik yöntem oldukça katı sınırlar yaratırken, Spinoza’nın hümanizm etiği de maalesef matematiğin kalıpları içinde nefes almakta zorlanmıştı.
Dairesel eğilim, Aydınlanma ve Romantizm düşüncesinde daha belirgin hale gelmişti. Schiller'in Estetik Üzerine Mektuplar'ında, Hegel'in Fenomenoloji'sinde, Hölderlin'in Hyperion'unda, Goethe'nin Faust'unda, Novalis, Blake, Coleridge, Shelley gibi düşünürlerde bu dairesellik fikri merkezi önemi korumuştur.
Her şeye rağmen, modern felsefenin ve edebiyatın en ihtişamlı örneklerinde, görkemli sınırlar inşa edilirken aynı zamanda bu sınırları yıkma eğilimi, sınırlar ve sonsuzluk hep yan yana bulunmuştur.
Ufuk çizgisine doğru adım atma Descartes oldukça ürkekken; “önce eylem vardı” diyen Goethe’de, düşüncede devrim yapan Kant’ta, diyalektiğin sonsuz devinimiyle sonluluğu buluşturmaya çalışan Hegel’de ise sınırları aşma arzusu, ilerlemeye doğru yönelme coşkusu, başka bir dünyaya özlem güçlü biçimde hissedilir.
Ancak, özgürlüğün doruklarına çıkan Batı düşüncesinin en seçkin bu örnekleri dahi, gerçek anlamda Batı felsefesinin çizdiği sınırları aşarak, tanımlanmış, belirlenmiş var olan dünyanın ötesine geçememiştir.
Filizlenme imkânı bulamamış özgürlüğün tohumları, Marksizm’le birlikte yeşerebileceği, vaat edilmiş topraklara kavuşabilmiştir.
Marx’ın tarih sahnesine çıkmasıyla, var olan dünyanın çitleri yıkılmış, tüm sınırlar ilga edilerek, uçsuz bucaksız bir özgürlük ideali dairenin döngüsünü kırabilmiştir.
Böylece, insanlığın sıçrayışlarla, devrimlerle ulaşabileceği yeni bir dünya, tıpkı Akhilleus’un kalkanı gibi somut biçimiyle ortaya konmuştur. Aynı zamanda var olan sınırlara tırmanmaya çalışan umutlar, hayaller, ütopyalar, ilk kez diyalektik materyalizmle birlikte gerçek içeriğine ve biçimine kavuşmuştur.
Bilimsel sosyalizmle var olan dünya artık salt tasvir edilen, somut ayrıntılı tahlil edilen, verili koşulların analizi olmaktan çıkarak; aynı zamanda var olan dünyanın sınırında ortaya çıkmayı bekleyen, arzulanan dünyanın, hayali kurulan hayatın somut imkânları, olasılığı da insanlığın görüş açısına dahil edilmiştir.
Aklın sınırlarını eksiksiz biçimde tanımlaya çabalayan, aklın büyük savunucusu Kant, aklın sınırlarının aşılmamasını öğütlerken; Mao “şimdiye kadar bilemediğimiz her şeyi bilmeyi başaracağız” diyerek sonsuzluk karşısında duyulan korkulara son vermiştir.
SINIRLAR, İRADENİN UMUDUYLA YIKILIR
Bilimsel sosyalizmle ilk kez, somut koşulların nesnel analiziyle, açığa çıkma olasılığı olan yeni bir dünyaya dair öngörüş bir araya gelebilmiştir. Diğer bir ifadeyle, var olan sınırlar, nihai hedef olan sınıfsız topluma bakarak, analiz edilmiştir.
Şimdi ile yarının bu diyalektik birlikteliği sayesinde, Bilimsel sosyalizm geçmişi de yani kendisinden önce yarım kalmış tüm devrimci mirası da tamamlamayı amaçlamıştır.
Somut koşullardaki nesnel ve devrimci konumlarına rağmen Jakobenizm, yarına dair toplum tasavvuru olmadığı için düşmüştü. Devrimci halk kitlelerinin devinimini nereye yönlendireceği bilemeyen Jakobenler, devrimi dizginlemek zorunda kalmıştı. St. Just “Devrimi dondurduk” sözüyle, ütopyasız kalan devrimin trajik sonunu ilan etmişti.
Ütopik sosyalistler ise geleceğe dair tüm özlemlerine rağmen somut koşulların analizini nesnel biçimde yapamadığı için, en yaratıcı hayalleri düşlerin hisseleriyle perdelenmişti.
Bugünkü kriz koşullarında emperyalizmin kaleleri sarsılırken, kapitalizmin sınırları alt üst olurken, sosyalizmin güçlü bir seçenek olarak ortaya çıkamamasında belki de en büyük neden, yarına dair nihai hedefin belirsiz tarihe ertelenmesidir.
Krizler, tamamlanmış varsayılan dünyanın çeperinde çatlaklara yol açarak, birçok seçeneğin ve imkânın olasılığını da gündeme getirir.
Ancak salt koşulların analiz edilmesi, zorunlulukların öne çıkarılmasıyla, insanın iradesine zincir vurulur. İmkânları ortaya çıkaracak iradenin engellenmesiyle, var olanın sınırları içinde kalınır.
Devrimci hayaller, dairenin sınırlarını eritecek yanardağın lavlarıdır.
Ernst Bloch “ güncel-pratik koşulların analizi böyle ısıtılmazsa, bu analiz ekonomizme ve hedefini unutmuş̧ oportünizme düşme tehlikesine maruzdur; oportünizm, uçarılığın sisinden kaçınırken... uzlaşmanın ve nihayetinde ihanetin batağına saplanır.” diyerek, dairenin döngüselliğinde sürüklenenlerin sistemin içinde nasıl yozlaştığına işaret etmiştir.
Trajik olansa, dairenin döngüsel devinimine hapsolanların, devrimci eylemin akışında bulunduklarını sanmasıdır ki, telafisi imkânsız bir yanılgıdır. Akhilleus’un kalkanı bile, bu yanılgının neden olacağı trajik yıkımı önleyemez.