‘Dans politikası’nın sonu
Hükümet’in “denge” adıyla adlandırdığı politika ile elde edilebilecek bir kazanç olmadığını tam tersine Türkiye’nin elini zayıflattığını ve daha fazla zayıflatacağını vurguluyoruz. Bugün Erdoğan Hükümeti’nin seçimlere giderken izlediği siyasetlerle bu daha açık bir şekilde ortaya çıktı. Bazıları, ABD’ye göz kırpan politikayı “seçime kadar bir taktik” diye savunuyor. Ama bu politikanın içerideki halk desteği ve dışarıdaki potansiyel müttefikler üzerinde yarattığı etkiyi hesaba katmak zorunludur. İlkesizlik ve her durumda farklı pozisyon almak taktik değildir. Taktiklerinizin ülkenin stratejik önceliklerine göre belirlenmesi gerekir. Bu taktiklerin aynı zamanda birbiriyle uyumlu ve tutarlı olması gerekir. Aksi takdirde şimdi olduğu gibi taktik yapıyoruz derken, dımdızlak ortada kalır, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranırsınız.
RUSYA’YA YAPTIRIMLARDA ABD TEHDİDİNE BOYUN EĞİLDİ
Çok kısa birkaç başlık üzerinden inceleyelim: Washington’un seçim sürecinde, iktidara aba altından sopa gösterirken uluslararası alanda Türkiye’nin dahil olduğu ABD aleyhine süreçleri baltalamak üzerine kurulu olan ihtiyatlı bir politika izlediği görülüyor. Öncelikli konuların başında, Rusya’ya yaptırımlar geliyor. ABD, Rusya’nın Türkiye üzerinde yaptırımları kısmen devre dışı bırakmasına karşı çok yönlü bir baskı uyguluyor. ABD Hazine Bakanlığından Türkiye’ye yapılan üst üste ziyaretlerde Türkiye’nin bankacılık sektörünün yanı sıra Rusya ile ticarette aracılık eden reel sektör de açıkça tehdit edildi. Kulislere yansıyan bilgilere göre, bu konuda Hükümet ABD isteklerine boyun eğdi. Bu durum, Rusya ile ilişiklerde önemli pürüzlere neden oldu. Ama daha önemlisi Ankara, ABD baskılarına boyun eğerek Türkiye’nin çok ciddi ekonomik kayıplara uğramasına neden oluyor.
ABD’NİN TEHDİDİ, ANKARA’NIN SESSİZLİĞİ
Rusya ile ilişkilerdeki bozulma, sadece ikili düzeyde değil geniş ölçekte uluslararası alandaki cepheleşmede Türkiye’ye kaybettiriyor. Bu durum, Suriye ile normalleşme sürecini de olumsuz etkiliyor. Bütün şartlar uygunken süreç zamana yayılıyor.
Washington, ABD Genelkurmay Başkanı’nı Suriye’ye göndererek, Türkiye’ye karşı PKK’yı koruduğunu, askeri olarak en üst düzeyde ilan ediyor. Türkiye’nin en önemli güvenlik sorunu olan PKK terörüne ABD desteğinin apaçık ilanı konusunda Hükümet’ten de muhalefetten de tıs yok!
ABD, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne askeri ambargoyu kaldırıyor, askerlerine eğitim vermeye başlıyor, Yunanistan’ın yanı sıra Güney Kıbrıs’a da askeri yığınağı tartışıyor, hem Ege’de hem de Kıbrıs’ta sürekli olarak faaliyet gösterecek karargâhlar kuruyor. Ankara ise, hiçbir somut kazanç ufukta görünmezken İsrail ile normalleşme sürecine benzer şekilde Yunanistan ile “bahar havası” peşinde. ABD’nin önümüzdeki dönem planları içinde, özellikle NATO vasıtasıyla Karadeniz’de ağırlığı artırmak da var. ABD Karadeniz’de Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya getirmeyi hedefleyen bir kışkırtmanın altyapısını oluşturmaya çalışıyor.
‘NATO DEMOKRASİSİ’NİN ESİRLERİ
Seçimlere çok kısa süre bir zaman kala Türkiye için son derece önemli olan bu konuları tartışmıyoruz. Bir yandan seccade, bir yandan bir bakanın ettiği bir laf üzerinden oluşturulan gündemin peşinden gidiyoruz. Finlandiya’nın NATO’ya girişini, TBMM’deki bütün partiler oybirliğiyle kabul ediyor. Buna gözümüzü kapatıyoruz. Oysa tek başına bu olay bile Türkiye’nin nasıl bir seçim ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Aralarında tabii ki bazı farklar var ama ortaya çıkan tablo, renk, ton, söylem farklarına rağmen bu partilerin oluşturduğu bir NATO İttifakı ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği. Erdoğan liderliğindeki ittifak da, Kılıçdaroğlu’nun aday olduğu yamalı bohça da “NATO demokrasisi”nin esiri.