Darbe söylentileri -(TAMAMI)
Tanrı aşkına ülkemizin içinde bulunduğu şu vahim manzaraya bir bakar mısınız? Ülkenin Genelkurmay Başkanı emekli olduktan kısa bir süre sonra tutuklanmış ve hala cezaevinde yatmakta. Başbakan’ın yanı başında tam iki yıl görev yapmış, Genelkurmayın kozmik odalarını şeffaflık ve demokrasi adına ardına kadar açmış bir Genelkurmay Başkanı. O terör örgütü kurmakla suçlanan Orgeneral Başbuğ elinde koca bir silahlı güç varken harekete geçmeyecek, Genelkurmay karargahı kılını bile kıpırdatmayacak aradan bir yıl geçtikten yanına çalışma arkadaşları da ilave edilecek kimse sesini çıkarmayacak! Halkta dip dalgasının patladığı 29 Ekim ve 10 Kasım’ın ardından darbe söylentileri gelip gündeme oturdu? Korku imparatorluğun en güçlü ve her istediğini yapmakta kararlı iktidar döneminde onuru kırık, ezik ordu mu ayağa kalkacak? Hadi canım sizde!
250’yi aşkın general, orgeneral, önemli görevlerde bulunmuş subaylar Silivri ya da Hasdalda’dır. Başbuğ’a ve Başbuğ’un kurmay heyetine isnat edilen suç: “TSK’yı terör örgütü haline getirmek ve ona başkanlık etmek”
Gene ses yok, hareket yok!
Bu koşullar altında ordunun emir kumanda altındaki subayları siyasete müdahele mi edecek?
“Darbe yapılır mı, yapılmaz mı?” tartışmasını gündem haline getirmek kimin işine yarayacak?
Köşeye sıkışan, içte ve dışta itibar kaybeden iktidara ya da Made in USA markalı siyaset mühendislerine mi? O halde neden Sayın Erdem bu tartışmanın odağındadır? Belki de siyasetin ve Meclis’in görev yapamaz hale geldiğini ve ortaya çıkan “siyaset boşluğunun bir şekilde doldurulabileceğini anlatmak için olsa gerek.”
İsmet Paşa bundan tam 52 yıl önce gene böyle bir tartışma anında Meclis’te şöyle demişti:“Biz ihtilal içinden gelmişiz. Ne olduğunu biliriz. Ama şunu size söyleyeyim ki; şartlar tamam olunca ihtilal vacip olur. O zaman ben dahi sizi kurtaramam”
Bu ne demektir?
İhtilal deyin devrim deyin, darbe deyin... Ne derseniz deyin bazı koşullar gerekir. Onlar tamam olmadan hiç korkmayın bir şey olmaz. Olması da yanlışların en büyüğü olur. Bu ülke 27 Mayıs dışında hangi darbeden kazanarak çıktı? Ya TSK büyük zararlara uğradı ya da 12 Eylül’den sonra olduğu gibi “Bizim çocuklar görevini yaptı ve Sevr benzeri bir bölünme ortamı yaratarak gerisini sivillere bıraktılar.” Onlar görevlerini - El hak!- yapıyor ve Cumhuriyeti yıkarken, bölünmenin şartlarını hazırlıyorlar.
O halde darbeye ne gerek var? Sesi kısılmış bir medya, kifayetsiz bir muhalefet, ezik bir orduya ateşten bir çember bırakarak bir de darbe yaptırmak!
Akıl karı olacak iş mi? Bu darbe söylentilerinin Ankara’da ilk Meclis binası önünde şahlanan halk heyecanından sonra ortaya çıktıysa, demek ki, kimilerinde büyük bir korku suçluluk telaşı almış.
Eğer yılların siyaset ve devlet adamı, Araştırmacı-Yazar Sayın Tarhan Erdem son yazılarından birinde “darbe olasılığından” söz etmeseydi ve hemen arkasından Ahmet Altan bu konunun mal bulmuş mağribi gibi üzerine atlayıp olası bir darbeden sonra yaşanacakları alt alta sıralamasaydı bu yazıya hiç gerek kalmazdı. TSK’nın pek çok generali ve değerli subayı bir özel mahkemede yargılanır ve hatta bazılarına 20’şer yıl ceza biçilirken geride kalan genç subayların böyle bir cesareti gösterebileceğine kimse inanmıyor. Ancak siyaseti bilenler İttihat Terakki’den bu yana ordunun genç subaylarının ülkenin içinde bulunduğu koşullar karşısında sessiz kalmalarını da elbette beklememekte.
Tüm bu düşüncelerin tam da şu sıralarda ortaya çıkması rastlantı olabilir, ya birilerinin “suçluların telaşı içinde” gündem değiştirerek, Anayasayı değiştirip, yerine Başkanlık sistemini oturtma hevesinden kaynaklanabilir mi? Bence işin özeti bu. Belki de tek kurtuluş yolu olarak bir iç çatışma kurtuluş yolu açabilir. Herkesin altında kalacağı bir durumda, uçaklar dolusu suçlu başka ülkelere gidebilir! Diye düşünülemez mi? Böyle durumlara Güney Amerika’da çok rastlanmadı mı?
Birşeyi unutmayalım; gerici laiklik karşıtı uygulamalara ve Cumhuriyet’e karşı kurulan tuzaklara halkın kendisi karşılık verecek.
Ne yapacaksa o büyük güç yapacak.