Darbeler ve Kitleler
Amerikancı askerî cunta Soğuk Savaş döneminin tipik araçlarından biriydi. NATO’nun etki alanındaki ülkelerde işçi mücadelesi ve devrimci hareketler sistemi tehdit ettiği zaman askerler “demokrasi” denilen şeyi askıya alırlar, ortalığı iyice temizledikten sonra arkalarında görünüşü kurtaran bir anayasa bırakarak kışlalarına dönerlerdi. Bu uygulama 1990’lardan başlayarak tarih sahnesinden çekildi ve yerini “denetimli kaos”a bıraktı.
Bu kaos biçiminin esas failleri emperyal güçler tarafından birbirine karşı kışkırtılan ve silahlandırılan dinî ve etnik gruplardır. Bugün Amerikan emperyalizminin elinde kalan yegâne imkân havadan ve karadan sınırlı biçimde ve dar alanlarda müdahale ederek kaos gruplarını satranç taşları gibi oynamaktan ibarettir. Suriye’de liman imkânlarını genişleterek, askerî üsler kurarak bu girişime kama sokan Rusya, Yankee emperyalizminin karşısında oturuyor ve son tahlilde bölge devletlerinin Moskova merkezli entegrasyonunu sağlayarak kendi imparatorluğunu kurmak istiyor. Karşılıklı hamlelerle oynuyorlar ve şimdilik bir “pat durumu” görülüyor.
Bu “pat durumu”nu bozabilecek hamle ABD için “denetimli kaos”u Donbas/Kırım, Kafkasya ve İran’a yayarak Rusya’nın askerî dengesini bozmaktan ibarettir. İran’da bu sürecin başladığını gösteren işaretler var (Che posterleriyle “Ruhani’ye ölüm!” sloganları, ABD’nin açık desteği vs.). Büyük güçler, AKP iktidarının kararsızlığını ve ödü patlamış hâlini gayet iyi değerlendirdikleri için Türkiye’yi şimdilik oynamıyorlar, Türkiye’yle oynuyorlar.
Bu aynı zamanda zayıf devletlerin çözülme sürecidir. Zayıf devletler aşırı derecede merkezileşmiş, silahlanmış, kendi halkına yabancılaşmış, görünüşte örgütlü yapılardır. Bunlar yönetme kabiliyetlerini kaybetmiş devletlerdir. Bunlar etnik ve dinî olarak kolayca bölünebilirler, halkın bir kesimi harekete geçirilir ve tecrit olan iktidar içerden ve/ya da dışarıdan müdahaleyle çökertilir.
Fakat burada soru şudur: Halkın bir kesimi emperyal güçler tarafından belirlenen zamanda ve bölgelerde harekete geçirildiğinde bu kesimin peşine takılan muhalif kitlelere işbirlikçilerin ve casusların önderlik etmesi şart mıdır? Eğer şartsa, “emperyalizme karşı” mevcut hükümeti desteklemek gerekir. Desteklenen hükümet eğer devrilirse antiemperyalist ulusalcı güçler enkazın altında kalırlar ve işbirlikçi güçler zafer kazanır. Hükümet devrilmez de badireyi atlatırsa ne olacağını anlamak için AKP’nin 15 Temmuz girişiminden sonra yaptığı uygulamaları ve estirdiği havayı onla, yüzle çarpmak gerekir. Bu durumda mevcut hükümet hiçbir muhalefete hayat hakkı tanımayacaktır. Bu süreç içinde ülkenin antiemperyalist güçleri de kendi içlerinde bölünerek zayıflamış olacaklardır.
Günümüzde emekçi sınıfların tabanı dünyanın her yerinde genişledi. Geçmişin profesyonel meslek erbabı; mühendisler, öğretmenler, doktorlar, öğretim üyeleri vs. ekonomik kriz hayat koşullarını zorlaştırdıkça büyük kitleler halinde proleterleştiler. Başlarında diktatör, molla, zorba ve hırsız istemiyorlar. Mevcut kapitalist sistemleri sarsacak olan bu kitlelerin yıkıcı ve kurucu hareketidir. Emperyalizm bu kitleleri elbette kullanabilir. Fakat tam tersi de olabilir. Son tahlilde sorun önderlik etmekle, örgütlenmekle, hareket halindeki kitleleri örgütleme becerisiyle, ittifak kurarak genişlemekle ilgilidir.
1990’lardan bu yana Amerikancı askerî darbe olmadı. Dünyanın hiçbir yerinde, NATO’da kalmayı savunsun ya da savunmasın hiçbir aptal general, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bütün bir halkı herhangi bir şeyle (eskiden komünizm) korkutarak ABD’nin stratejik kafesine hapsedemez. Ayrıca dünyanın hiçbir yerinde “turuncu devrim” dediğimiz olaylar başarılı olmadı. Bu yüzden, saf anlamda etnik ya da dinî olmayan kitle hareketlerinin önüne ayrım gözetmeksizin set çeken davranışlar hem mevcut statükoyu güçlendirir hem de bu statükonun emperyalist güçlerle iş tutmasını engellemez. Arada bütün bir devrimci potansiyel ziyan edilmiş olur