Davos Zirvesi’nin ardından: İşler tersine gidiyor
Geçen hafta, zengin küresel elitlerin Dünya Ekonomik Forumu (WEF) buluşmaları COVID döneminin ardından yeniden başladı. Üst düzey siyasi ve iş dünyası liderleri, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın yanı sıra yaklaşan küresel ekonomik çöküş, hayat pahalılığı krizi ve Ukrayna Savaşı’nı tartışmak üzere özel jetleriyle geldiler.
Görünüşe göre ruh hallerine karamsarlık hakimdi. WEF’in anketine katılan baş ekonomistlerin üçte ikisi 2023 yılında küresel bir durgunluk yaşanacağına inanıyor ve neredeyse her beş kişiden biri bunun gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylüyor. Şirket liderleri de endişeli; dünya genelindeki CEO’ların yüzde 73’ü önümüzdeki 12 ay içinde küresel ekonomik büyümenin azalacağını düşünüyor. Bu sonuç, 12 yıl önce yapılmaya başlanan WEF anketinde bu zamana kadar ortaya çıkan en kötümser görünüm.
İsviçre’nin seçkin kayak merkezi Davos’un karlarında Forum’un başlamasından hemen önce Dünya Ekonomik Forumu, Küresel Risk Raporu’nu yayınladı. Rapor, 2020’li yıllarda küresel kapitalizmin gidişatı hakkında şaşırtıcı değerlendirmeler içeriyor.
ÇOKLU KRİZ BASTIRIYOR
Raporda şöyle deniyor: “Önümüzdeki on yıl, altta yatan jeopolitik ve ekonomik eğilimler tarafından yönlendirilen çevresel ve toplumsal krizlerle karakterize edilecektir.” Hayat pahalılığı krizi önümüzdeki iki yıl içinde en ciddi küresel risk olarak sıralanıyor ve kısa vadede zirveye ulaşacağı öngörülüyor. Biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü önümüzdeki on yıl içinde en hızlı kötüleşen küresel risklerden biri olarak görülüyor ve altı çevresel riskin tümü önümüzdeki on yıl içinde ilk on risk arasında yer alıyor.
Rapor şöyle devam ediyor: “Arz kaynaklı enflasyonun devam etmesi stagflasyona yol açabilir ve tarihi yüksek seviyelerdeki kamu borcuyla eşi benzeri görülmemiş bir etkileşim göz önüne alındığında bunun sosyoekonomik sonuçları ağır olabilir. Küresel ekonomik parçalanma, jeopolitik gerilimler ve daha zorlu yeniden yapılandırmalar önümüzdeki 10 yıl içinde yaygın borç sıkıntısına katkıda bulunabilir.” Rapora göre “iklim azaltma ve iklime uyum çabaları, doğa çökerken riskli bir değiş tokuşa hazırlanırken teknoloji eşitsizlikleri daha da arttıracak.” “Gıda, yakıt ve maliyet krizleri toplumsal kırılganlığı arttırırken, insani gelişime yapılan yatırımların azalması gelecekteki toplumsal direnci de aşındırıyor.” Görünen o ki, ‘çoklu kriz’ riski hızlanmış durumda.
‘PAYDAŞ KAPİTALİZMİ’ MASALI
Peki, WEF organizatörleri ve katılımcıları bu ‘çoklu kriz’ konusunda ne yapmayı planlıyor? WEF, kapitalizmin hayatta kalması gerektiği varsayımından yola çıkıyor. Bunu başarmanın en iyi yolunun kapitalizmi “herkesi kapsayacak” şekilde “şekillendirmek” olduğuna inanıyor. WEF kurucularından olan Klaus Schwab’ın yanıtı şu:
“Genel olarak konuşacak olursak, seçebileceğimiz üç model var. Bunlardan ilki, çoğu Batılı şirket tarafından benimsenen ve bir şirketin öncelikli hedefinin karını maksimize etmek olması gerektiğini savunan ‘hissedar kapitalizmi’dir. İkinci model ise, ekonominin yönünü belirleme görevini hükümete veren ve başta Çin olmak üzere pek çok gelişmekte olan piyasada öne çıkan ‘devlet kapitalizmi’dir. Ancak, bu iki seçenekle karşılaştırıldığında, üçüncüsü en çok tavsiye edilen modeldir. İlk kez yarım asır önce önerdiğim bir model olan ‘paydaş kapitalizmi’ özel şirketleri toplumun emanetçileri olarak konumlandırır ve günümüzün sosyal ve çevresel sorunlarına verilebilecek en iyi yanıt olduğu açıktır.”
Yani, “tek odak noktası kar olan ve kapitalizmin giderek reel ekonomiden koptuğu” birinci modelin “sürdürülebilir olmadığını” söyleyen Schwab, çözüm olarak, büyük şirketlerin “toplumun emanetçileri” sıfatıyla “günümüzün sosyal ve çevresel sorunlarının çözümünde ana güç olacağı” bir “paydaş kapitalizmi” öneriyor.
EŞİTSİZLİK DERİNLEŞİYOR
İngiltere merkezli Oxfam, tam da ‘paydaş kapitalizminin’ ikiyüzlülüğünü ortaya koymak amacıyla her yıl WEF toplantısıyla eş zamanlı olarak eşitsizlikle ilgili yıllık raporunu yayınlıyor. Bu yılki raporda, pandemiden bu yana servet ve gelir eşitsizliğinin arttığı gösterildi. Oxfam, son iki yılda, dünyanın süper zengin yüzde 1’lik kesiminin, geri kalan yüzde 99’luk kesimin toplamından neredeyse iki kat daha fazla servet kazandığını açıkladı.
Dünyada yaklaşık 8 milyar insan yaşarken, Kasım 2022 itibariyle 3 binden biraz fazlası milyarderdir. Bu küçük insan grubunun serveti yaklaşık 11,8 trilyon dolar değerindedir ve küresel GSYH’nin yaklaşık yüzde 11,8’ine denk gelmektedir.
Credit Suisse’in yıllık küresel servet raporu, küresel kişisel servet ve dağılımının en kapsamlı analizini ortaya koyuyor. 2022 raporunda, 2021 yılı sonu itibariyle toplam küresel servetin 463,6 trilyon dolara ya da dünya yıllık üretiminin 4,5 katından fazlasına ulaştığı ortaya koyuldu. Küresel servet 2021 yılında yüzde 9,8 artarak, yüzyılın başından bu yana kaydedilen yıllık ortalama yüzde 6,6’lık artışın çok üzerinde gerçekleşti. Para birimlerinin hareketi hariç tutulduğunda, toplam küresel servet yüzde 12,7 oranında artarak bugüne kadar kaydedilen en hızlı yıllık artış oranına ulaştı.
Bu hızlı artış iki faktöre bağlıdır: hızla yükselen emlak fiyatları ve kredi destekli borsa patlaması. Yani bu servet artışının neredeyse tamamı dünyanın en zenginlerine gitti. Gerçekten de 2020’de dünyadaki tüm yetişkinlerin yüzde 1’i (56 milyon) dünyadaki tüm kişisel servetin yüzde 45,8’ine sahipken; 2,9 milyar kişi sadece yüzde 1,3’üne sahipti. 2021’de bu eşitsizlik daha da kötüleşti. 2021 yılında, en tepedeki yüzde 1’lik kesim artık tüm kişisel servetin yüzde 47,8’ine sahipken, 2,8 milyar kişi sadece yüzde 1,1’ine sahipti! En tepedeki yüzde 13 ise tüm servetin yüzde 86’sına sahiptir.
VERGİ KAÇAKÇILARI
Oxfam raporu, vergi olarak toplanan her 1 doların sadece dört sentinin servet üzerinden alınan vergilerden geldiğine işaret ediyor. Servetin vergilendirilmesindeki başarısızlık, eşitsizliğin en yüksek olduğu düşük ve orta gelirli ülkelerde daha da belirginleşmektedir. Ülkelerin üçte ikisinde, doğrudan torunlara aktarılan servet ve varlıklar için herhangi bir veraset vergisi bulunmamaktadır. Dünyadaki milyarderlerin yarısı şu anda böyle bir verginin olmadığı ülkelerde yaşamaktadır; bu da 5 trilyon doların vergisiz olarak bir sonraki nesle aktarılacağı anlamına gelmektedir ki bu miktar Afrika’nın GSYH’sinden daha büyüktür.
Gelir üzerinden alınan en yüksek vergi oranları daha da düşüktür ve daha az artan oranlı hale gelmiştir. OECD ülkelerinde en zenginler üzerindeki ortalama vergi oranı 1980’de yüzde 58 iken yakın zamanda yüzde 42’ye düşmüştür. 100 ülke genelinde ortalama oran yüzde 31 ile daha da düşüktür. Çoğu ülkede en zengin yüzde 1’lik kesimin en önemli gelir kaynağı olan sermaye kazançları üzerindeki vergi oranları 100’den fazla ülkede ortalama olarak sadece yüzde 18’dir. Sadece üç ülke sermayeden elde edilen geliri çalışarak elde edilen gelirden daha fazla vergilendirmektedir.
Bugün gezegendeki en zengin adamların çoğu neredeyse hiç vergi ödemeden paçayı kurtarıyor. Örneğin, tarihin en zengin adamlarından biri olan Elon Musk’ın ‘gerçek vergi oranı’ yüzde 3,2 iken, en zengin milyarderlerden bir diğeri olan Jeff Bezos yüzde 1’den daha az vergi ödemektedir.
HEGEMONYANIN ÇÖKÜŞÜ
Davos’tan hemen önce IMF Başkanı Kristalina Georgieva küresel ekonominin üçte birinin bu yıl resesyona gireceği uyarısında bulundu. OECD küresel büyümenin önümüzdeki yıl yüzde 2,2’ye yavaşlayacağını öngörüyor. UNCTAD da son Ticaret ve Kalkınma raporunda aynı oranı açıklamıştır: “Küresel yavaşlama reel GSYH’yi salgın öncesi trendinin altında bırakacak ve dünyaya 17 trilyon dolardan fazlasına, yani dünya gelirinin yüzde 20’sine yakınına mal olacaktır.” Dünya Bankası’nın son Küresel Ekonomik Beklentiler raporu daha da karamsardı. Küresel büyümenin yaklaşık otuz yılın en zayıf üçüncü hızına yavaşlayacağını ve sadece 2009 ve 2020 küresel durgunluklarının gölgesinde kalacağını açıkladı.
Buna artan jeopolitik gerilimler eklenmektedir. Sadece Rusya-Ukrayna çatışması değil, dünya ekonomisinin artan ‘parçalanması’ da. ‘Küreselleşme’ ve 1980’lerden 2000’lere kadar süren Büyük Moderatörlük etrafında inşa edilen ABD hegemonyası sona erdi.
IMF Başkanı Georgieva bu konuda özellikle endişeli: “Dünyanın rakip ekonomik bloklara bölündüğünü görebileceğimiz yeni bir Soğuk Savaş hayaletiyle karşı karşıyayız”. Küreselleşmenin faydaları efsanesini yeniden dile getiren Georgieva, “jeo-ekonomik parçalanmaya doğru tehlikeli bir kaygan yokuş” olan yeni ticari kısıtlamalardaki artışı tersine çevirme ihtiyacına işaret ediyor. Sadece ticaretin parçalanmasının uzun vadeli maliyetinin, ‘sınırlı parçalanma’ senaryosunda küresel üretim çıktısının ‘şiddetli senaryoda’ neredeyse yüzde 7’sine kadar değişebileceğini hesaplıyor ki Almanya ve Japonya’nın toplamına eşit. Buna bir de teknolojik ayrışma eklenirse, bazı ülkelerde GSYH’nin yüzde 12’sine varan kayıplar görülebilir. Küreselleşme eşitsizlikleri artırdı ve yoksulluğu azaltma konusunda başarılı olamadı; parçalanmanın bu sonuçları daha da derinleştirmesi muhtemeldir.
Georgieva’nın tüm bunlara cevabı ne mi? Birincisi, uluslararası ticaret sistemini güçlendirmek. İkincisi, kırılgan ülkelerin borçlarıyla başa çıkmalarına yardımcı olmak. Üçüncüsü, iklim eylemini hızlandırmak. Ortada bir umut var, ancak arkası görünmüyor. Davos kapitalizmi ‘şekillendirmek’ isterken işler daha da tersine gidiyor.