26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

DAYAN RÜSVÂ ETME BENİ!

Ekrem Ataer

Ekrem Ataer

Gazete Yazarı

A+ A-

Dayan kitap ile Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Ozan ne güzel demlemiş dizelerini. Hep birlikte kitap ile, iş ile, diş ile, tırnak ile direnmemizi koymuş önümüze. Umutlarımızı, sevda ve düşlerimizle harman etmemizi ünlemiş yıllar öncesinden. O günlerden bu günlere ikinci yüzyılımızın yol haritasının her alanda “Üretim Devrimi” ile olacağı gerçeğini nefes nefese anlatmış. Ahmet Arif tüm bunları uslanmaz bir ısrar, yorulmaz bir inançla anlatırken aslında unutmamamız gereken bir gerçeği de önümüze sermiş. Sarsıntılar, acılar, kızılca günler, yokluk ve yoksunluklar yaşansa da bu kadim halk ne ruhundan, ne “dil”inden, ne de umudundan hiçbir şey kaybetmemiş, kaybetmez de. Hani derler ya! Hamuru sağlam maya tutmuş! Buydu işte ozanın tarihsel tezi. O ozan ki aslında Mustafa Kemal ile aynı yol haritasını işaret etmiştir. Önderimizin 10. Yıl Nutku’nda milleti millet yapan maya ne güzel ifade edilmiştir: “Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.” Şimdi kim iddia edebilir ki Ahmet Arif ile Mustafa Kemal’in hayallerinin, haritalarının ve millete olan inançlarının kol kola olmadığını. İkisi de aynı iddia içindeler;

‘BU MİLLETİN MAYASI SAĞLAMDIR!’

Bakmayın siz goygoyculara, onların işi özgüveni yerle bir edip, milleti tarihiyle, inanç ve gelenekleriyle olan bağını kopartıp küresel güçlerin kucağına itmektir. Halbuki bu köklü ve “asil” halk her türlü belâyı başından savmış, bitti dedikleri yerden tekrar başlamış, tefekkürü, metâneti harman edip akıl ve cesaretle yoluna devam etmişse, tüm bunları mayasının sağlam olmasına borçludur. O maya bozulmuyorsa, ekşimiyorsa biliriz ki, her bir hücresinin inatla ve ağır ağır kendini yenilemesindendir. Değişen şartlara göre kolayca uyum sağlamasından, yoktan var etmesini bilmesindendir. Bakmayın siz bu millete “aptal” diyenlere; bu millet zehir gibi akıllı, iş bitirici, çözümleyici, akîl ve vicdanlıdır.

Peki nerede tıkandık? Kimileri bu fotoğrafı ekonomiye bağlıyor. Halbuki hepimiz orta halli ailelerdik ama alabildiğine mutluyduk. Kimileri eğitime bağlıyor... O da olamaz, neredeyse artık her mahallede bir “Üniversite”, çoluk çocuk üç dil öğreniyor, bebeler memeden kesildiği gün İngilizce öğrenmeye başlıyor. Yaşam koçları, eğitim koçları, ilişki koçları, iletişim koçları... Koçlar gibiyiz ama yaşamdan ve yaşadığımız günlerden yediğimiz tosun haddi hesabı yok. Her geçen gün şiddet, aldatma, yalan, dolan, güvensizlik hemen yanı başımızda. Telefondan gelen mesaja bile dolandırılma korkusuyla elimiz titreyerek yaklaşıyoruz. İnsanın, insana yabancılaştığı bir süreç sürekli pompalanıyor. Ayrıştıkça tıkandık, körleştik, sağırlaştık, dillerimiz lal oldu sanki. Üç dil öğrendik ama ortaklar soframızın dilini öteledik.

Tüm bunlara rağmen bir taraftan da farkındalık ve millet olma bilinci tırmanıyor. Hiç şaşırmayın, vücuda giren mikroba karşı tarih antikorunu üretir. Yeni yüzyılımızın antikoru ise üretmek, üretmek, üretmek olacaktır.

Bu süreçte yapmamız gereken; gerçeğin üzerine gitmek, tozu toprağı halının altına süpürmemek aksine halıyı adam akıllı silkeleyip tertemiz hânelerimize tekrar yaymaktır. Nasıl olacak? Bir yandan oyun kurarken diğer yandan oyunu bozacak kadrolar geleceği şekillendirecektir. Millet olarak ortak paydalarımızın harman olduğu ve tarihin imbiğinde damıttığımız değerler bütünlüğümüz ancak böyle yeniden şahlanır... O değerler bütünlüğümüzü güçlü kılan; mazluma şifâ, zalime ceza olan duruşumuz, başka bir akla ihtiyaç duymadan, sulhu vatanda ve dünyada tesis etmeyi şiâr edinmemizdir. Aman dileyene kılıç çekmeyen, düşmanının dahi insan olduğunu unutmayan, yetmiş iki millete tek nazarla bakan aydınlığımızdır.

İkinci yüzyılımıza girdiğimiz şu günlerde Hatâyi dizeleri çınlıyor kulağımda;

“Evvel kendi kendi tanı
Sonra ele nazâr eyle.”

Öyleyse bize düşen de bilimin, sanatın, felsefenin aydınlığında ve tarih içinde kendimizin farkına varmaktır. Bu milletin kökleriyle arasını açmaya çalışanlara karşı düşünceyi üretip, her alanda emeği seferber ederek barikat olmaktır. Müziğimizin, edebiyatımızın, resmimizin, heykelimizin, mimarimizin, tiyatromuzun, danslarımızın; tarih içinde hiçbir kesintiye ve milâda izin vermeden sürekliliğini ve kutlu yürüyüş yollarını bulup, çıkartmak ve anlatmaktır. Bu köklü çınarın gövdeye alabildiğine zarar veren dallarını ise yeniden aşılamak gerekirse kesmektir.

Yarına güvenle ve başı dik bakmak için, dünü iyi anlamak, tahlil etmek ve ders çıkartmak gerekir. İşte o zaman:

“Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.”