Dayan Umut ile Sevda ile, Düş ile!
Suyla yolculuğumda, bu kez Antalya’da demir attım. Hayatta kendisini değil, kendinde hayatı yaşatanlardan, yazar Sibel Özel ile buluşacaktık. Etrafıma bakınırken, birden arkamdan birinin şiir okuduğunu duydum...“Çamur kirli değildir kendine, dağ ise hiç üşümez.Güneş erimez sıcağında, erise, doğmaz bir daha.Nehirlerse kendi yolunda yürür, omuzuna dokunulmadığında...”Evet bu düşün ve sanat sevdalısı Sibel hanımdı!“Merhaba Ethem Bey” deyip, hemen söze koyuldu..“Biliyorsunuz, ben Karadeniz çocuğuyum aslında. Bilirim yeşilin gizli tonlarını ve her adımda coşkun akan sularını. Öğrendim üleşmeyi, yardımlaşmayı, kucaklaşmayı. İzledim doğanın çetinini, toplaşıp yoluna koymayı. Sevdim soğuk iklimin, sıcacık insanını.Ama hayat evirdi, çevirdi, yolumu Akdeniz’e getirdi. İyi de etti diyorum. Şanslı addediyorum kendimi. Zira seviyorum yaşadığım kenti ve Akdeniz’i. Oysa ne kadar farklı anlatmışlardı; çok sıcak, kurak yazlar ve kısa, bodur maki örtüler diye... Demek ki görememişler bana anlatanlar, benim gördüğüm Toros’u, Beyşehir’i, Alakır’ın suyunu veya görmüşler de fark edememişler o muhteşem güzellikleri.”
AKDENİZ’İN CANI YANMIŞ“Bu sabah özlediğimi hissettim sevdiğim yerleri. Çünkü uzun zamandır görüşememiştik onlarla. Her zamanki gibi aldım yanıma çayımı, kilimimi ve kitabımı, atladım atımın terkisi dediğim motoruma, indim beni bekleyen gizli koyuma.“Heyhat! Bıraktığım gibi değildi! Nerede kaldın, bak ben ne haldeyim der gibi yüzüme baktı. Etrafı süzdüm çabucak, anladım söylemek istediğini. Darmadağın haldeydi her yer. Öyle rüzgarın, fırtınanın, ipek gibi kumlarını savurması gibi değildi gördüklerim. Hatta; koyun, koyuna yaşadığı lacivert, derin, sakin Akdeniz’in, pırıl pırıl parıldayan midye kabuklarını serptiği med-cezir halleri de değildi olan biten. Yakmışlardı canını, kirletmişlerdi üstünü başını. Belliydi, yine bir grup kendini bilmez uğramıştı benim güzel koyuma.“Oysa doğa dosttur bize; nehriyle, gölüyle, deniziyle, koylarıyla, kumsalıyla ve barındırdığı börtü böcekleriyle, öyle değil mi Ethem Bey? Öyle olmasaydı şayet, alır mıydı koynuna bizi? Sunar mıydı bize hiç, suyunun gözelerini, ağaçlarının meyvelerini?Bu kumsal, her uğradığımda, ilaç olmuştu ruhuma... Onu, öylece orada bırakıp gidemezdim. Almak istedim acısını, dindirmek istedim sızısını. Öptüm kanayan yarasını. Temizledim üstünü, başını. Sonra fısıldadım kulağına usulca, Ahmet Arif’in bozguncuya sövgü düzen şiirini.Öyle yıkma kendini, öyle mahsun, öyle garip.Nerede olursan ol, içerde, dışarıda, derste, sırada,yürü üstüne, üstüne... tükür yüzüne celladın, fırsatçının, fesatçının, hayinın...Dayan kitap ile, dayan iş ile, tırnak ile diş ile, umut ile, sevda ile, düş ile, dayan rüsva etme beni”Şiiri bitirir bitirmez, isyan eden hüzünlü gözleri ile yüzüme bakarak; “Ethem Bey! Dostu ile düşmanını bilmeyen, doğayı anlamayan, ayıramayan, görmeyen ve bilip de umursamayan, muhtemelen insan değildir. Anlatamadık, gösteremedik, öğretemedik mi yoksa? Umarım yeni yılda da siz, yazılarınızla umut olursunuz güzel yurdumun yarınlarına” deyip, atladı atının terkisine. Beş on adım gitmişti ki, birden durdu, döndü baktı arkasına. “Haydi eyvallah, rastgelsin Ethem Bey” dedi ve hızla uzaklaşıp gözden kayboldu...Arkasından bakakaldım! Birden, bir Nazım Hikmet şiiri geldi aklıma;Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı.Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına,sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman.Yeni yılda hepinize hadi rastgele!