Demans günlükleri: ‘Vortex’
Florian Zeller’in kendi tiyatro oyunundan beyazperdeye aktardığı ve Anthony Hopkins’e geçen yıl en iyi erkek oyuncu dalında Oscar kazandıran “Baba” (The Father), demans hastalığına yakalanmış yaşlı bir adamın zihnindeki anaforları mükemmel yansıtan, çok başarılı bir filmdi. Zeller, daha çok yaşlı adamın allak bullak olmuş bakış açısından aktardığı olayları ve kızıyla ilişkisini, demansın yarattığı bellek kaybı, zihin karmaşası ve çaresizlik duygusu açısından ele alıyor, seyirciyi de aynı duygulara ve aynı atmosfere ortak ediyordu.
Bu yıl İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale ve Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu-FIPRESCI ödülleri kazanan Gaspar Noe imzalı “Vortex” de aynı hastalığa el atarak Zeller’in filmi kadar hüzün veren acı dolu bir öykü anlatıyor. “Dönüş Yok” (2002), “Climax” (2018) gibi provokatif filmleriyle tanınıp bağımsız sinemanın sansasyonel temsilcilerinden biri olan, birkaç günlüğüne İstanbul’a gelişi bile sosyal medyada ayılıp bayılmalara yol açan Arjantin doğumlu Noe, Paris’te yaşayan, 80 yaşını aşmış evli bir çifti çıkartıyor karşımıza “Vortex”de.
BAŞROLDE DARIO ARGENTO
Başrollerinde, korku-gerilim sinemasının 82 yaşındaki İtalyan büyük ustası, yönetmen Dario Argento’yu (“Suspiria”, “Cehennem”, “Travma”, “Stendhal Sendromu”) ve Françoise Lebrun’u gördüğümüz filmin ana mekânı, tuvaleti dâhil her tarafı kitap dolu bir Paris dairesi. Eski bir psikiyatr olduğunu öğrendiğimiz kadın, film boyunca neredeyse hiç konuşmaz; çevresinde olup bitenlere hiç tepki vermez, bazen ne yapacağını bilmez halde evden uzaklaşır. Dünyayla ilişkisi kesilmiş, demansın karanlıklarında kaybolup gitmiştir. Sinema ve rüyalar konusunda bir kitap yazmakta olduğunu söyleyen yaşlı adam ise karısına oranla daha iyi durumdadır. Kalp rahatsızlığı olsa da arkadaşlarıyla buluşabilmekte, karısını idare edebilmekte, elinden geldiğince evi çekip çevirmektedir. Eşinden ayrılmış, geçmişte uyuşturucu tedavisi görmüş oğulları ve küçük torunları da zaman zaman dâhil olurlar bu küçük sıkıntılı dünyaya.
Gaspar Noe, neredeyse filmin tamamı boyunca ekranı ikiye bölerek ve yaşlı adam ile karısının hallerini aynı anda ayrı ayrı gösterek, “Baba”dakinin tersine seyirciyle arasına iki kat mesafe koyuyor, anları farklı pencerelerden izlememizi sağlıyor. Seyirciyi mümkün olduğunca o atmosfere dâhil etmemek, olan biteni karakterlerin gözünden değil, kendi çoklu bakış açımızdan takip etmek için elverişli bir biçim oyunu Noe’ninki. Önce bir beyin kanaması geçiren, ardından covid’e yakalanan 59 yaşındaki yönetmenin “kendi ölümlülüğü”ne dair duygularını ve “önce kalplerini değil akıllarını yitiren” yaşlı insanlara yaklaşımını görsel metaforlarla gayet başarıyla işliyor “Vortex”.
AVRUPA’NIN YAŞLILARI
Yaşlılık için “tedavisi olmayan tek hastalık” denir ve sinema sanatı da yaşlılık-son dönem-ölüm üçgenine dair anlattığı yüzlerce filmle bu sisli puslu tedavisizlik sürecinin anlatımını gerçekleştirmiştir. Bu toplam içinde, son yıllarda Batı’dan gelen yaşlılık öykülerinde (örneğin Haneke’nin 2012 yapımı “Aşk”ında (Amour) olduğu üzere), üzüntü verici, acıyla donatılmış karakterler görüyoruz. Doğu dünyasının ilgili filmlerinde yaşlı insanlar çoğunlukla bilge tavırlı, neşeli, mücadeleci, enerjik, yaşam dolu çizilirken Avrupa sineması her seferinde adeta birer ötenazi mesajı vermekte, hatta yaşlı insanlara açıkça intiharı önermekte. “Vortex”in karakterleri de, yaşadıkları dairenin entelektüel havasından ve duvarlarda asılı posterlerden anladığımız kadarıyla, gençliklerinde “yenilmiş bir idealizmin” temsilcileri olmuşlar ve maalesef yaşlılıklarında da daha ağır bir yenilgi yaşamaktalar. Gaspar Noe de tıpkı Florian Zeller gibi, demans adlı mahvedici bir hastalık hakkında “Ölümden daha korkunç” diyor. Genel olarak yaşlılık için söylediği ise “Ölümden biraz daha az korkunç!” şeklinde. Acaba gerçekten öyle mi, bekleyip göreceğiz.