10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 16°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Demokrasi mi sendika-krasi mi?

Engin Ünsal

Engin Ünsal

Eski Yazar

A+ A-

Bu başlığı Ege Cansen’in Sözcü Gazetesi’nde 9 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan yazısından aldım. Sayın Cansen yazısında eski İngiliz Başbakanı Margeret Thatcher’den söz ediyor. Demir Leydi olarak bilinen Thatcher kötü durumdaki ekonomiyi düzeltmek için sürekli zarar eden Kömür İşletmelerini kapatmak için Parlamento’ya bir yasa tasarısı gönderiyor. Sendikalar bu girişime karşılık, “Yasa geçse bile uygulatmayacağız, biz gücümüzü üyelerimizden alıyoruz” diyor. Bu karşı koyuşu Thatcher, “Bu ülkede demokrasi mi yoksa sendikakrasi mi var? (is this democracy or unioncracy?)” diye yanıtlıyor ve ekliyor: “Sendikalar güçlerini üyelerinden alıyorsa ben de gücümü seçmenden alıyorum. Benim seçmen sayım onların üye sayısından çok fazladır.”

İŞÇİ Mİ GÜÇLÜ SEÇMEN Mİ?
Thatcher’in söyleminde aydınlatılması gereken bir gerçek var. Seçmen sözcüğü işçileri, geçimini emeği ile sağlayanları ve onların bakmakla yükümlü olduğu ergin aile bireylerini, kamu çalışanlarını, kendi nam ve hesabına çalışanları ve işçi-memur emeklilerini de kapsar. Seçmen sözcüğü bu yönü ile ele alınırsa seçmen kavramının çoğunluğunu genel anlamı ile emekçilerin ve onların yakınlarının oluşturduğu ortaya çıkar. Konuyu ülkemiz bakımından irdelersek SGK kapsamında olan işçi, memur, kendi hesabına çalışan ve bunların bakmakla yükümlü oldukları aile bireylerinin toplamının 60 milyonun üzerinde olduğunu görürüz. Bunların büyük çoğunluğunun seçimlerde oy kullanmaya yetkili ergin kişiler olduğu tartışılmayacak bir gerçektir. Öyleyse seçmen kavramının ağırlıklı olarak emekçilerden oluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu da bizi Thatcher’in yanıldığı sonucuna götürür.

İŞÇİ EGEMEN DEMOKRASİ
Ülkemizin demokratik düzeninde emekçilerin baskın gücün sahibi olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Emekçi sözcüğünü atlayıp konuyu sadece işçi sınıfına, yani emeğini bir işverene kiralayarak geçimlerini sağlayanların oluşturduğu topluluğa indirgesek bile işçilerin seçim düzeni içinde ağırlıklı bir yeri olduğunu görürürüz. Ülkemiz de bu yıl itibarı ile yaklaşık 14 milyon işçi bir işverene bağlı olarak çalışmaktadır. Bu işçilerin evli olduğunu varsaysak ve sadece eşlerini dikkate alsak bile karşımıza yaklaşık 28 milyonluk bir seçmen sayısı çıkmaktadır. Siyaset ile ilgilenenler bunun ne müthiş bir oy gücü olduğunu çok iyi bilirler.

SORUN SENDİKALARDA VE SOL PARTİLERDE
“Toplam seçmen sayısı içinde çalışanların böylesi bir çoğunluğa sahip olduğu bir ülkede son 14 yıldır neden işçi haklarını salam dilimi gibi kıyan bir parti iktidar olmaktadır?” sorusu demokratik düzenimizin geleceği yönünden çok önemlidir. İşçi haklarını kıyan bir parti işçi oyları ile iktidar oluyorsa o ülkede işçiler cellatlarına aşık mı diyeceğiz? Eğer aşıksa bu aşkı bitirecek güç yok mu? Var ve bu güç sendikalarda ve sol siyaset kulvarında olduğunu söyleyen partilerdedir. Bugün işçi ve memur sendikalarımızın büyük bir çoğunluğu üyelerinin siyaseten bilinçlendirilmesinden Allah’tan korkar gibi korkmaktadırlar. Bu konu onlar için tabudur ve dokununca ellerinin yanacağını sanırlar. Sol siyasetin önderleri partilerini işçilere açmaktan korkmaktadır çünkü böyle bir açlım işçileri partinin yönetiminde söz sahibi yapacağını bilir ve onları dilediği gibi yönlendiremeyeceğinden bu açılımın önünü tıkamakta bir sakınca görmezler. Eğer sendika yöneticileri işçileri eğitebilseler, onlara siyaseten ne kadar güçlü olduklarını anlatabilseler ve onların işçi düşmanı, gerici bir partiye oy veremeyeceklerini söyleseler, sol siyasetin önderleri işçiye açılsalar bu ülkede emekten, yoksuldan, ezilenlerden yana bir siyaset sonsuza kadar egemen olurdu. Bu gerçeği sol siyasetin ve sendikaların necip yöneticileri acaba ne zaman anlayacak?