Demokrasilerde özgür basın -(TAMAMI)
Demokrasi- özgürlük, basının temel ilkeleri ve işlevi bizim mesleğin ana kurallarıdır.
DP iktidarı devrinde Akis’i yönetirken tüm bu ilkeler beynimin içine kazınmış kurallardı. Metin Toker, ustam bana şu öğütte bulunmuştu:
“-Haberini ve yazını yazarken önce doğruluğunu test et, sonra vatanına hizmeti öne alarak işini yap. Senin temel ilkelere uyman yaşlandığında senden sonra geleceklere örnek teşkil edecektir.”
60 yıla yaklaşan gazetecilik yaşamım boyunca, bu ilkelere her koşul altında uyduğumu, kısır çıkarlar ya da gündelik iltifatlar uğruna ilkelerimden hiç sapmadığımı bunca yıl sonra söylemek zorundayım. O kadar ki; hem bu gazetede yazı yazarken hem Ulusal Kanal’da üç yılı aşkın her Pazar 4 saat “Politikanın Nabzı’nı” sunarken hep o ilkelere bağlı kaldım. Hala içinde bulunduğum bu grupta yazılarıma ve programlarıma hiç sansür konulmadı, müdahale edilmedi. Buna rağmen okuyucularım ve izleyicilerim bilirler ki “basın ilkelerine uygun olmayan bir yönetim biçimine” itiraz ederek arkama baktığımda beni destekleyen kimseyi görmediğimde çok sevdiğim o programa veda ederek basın ilkerine sadakatla bağlı kalmışımdır.
Hallaç pamuğu gibi
Şimdi 2013 yılının Mart ayında karşımdaki manzara içimi kanatmakta. 10 yıl demokrasiyi hoyratça, tepe, tepe kullanan bir iktidar; Başbakan çıkıyor ve kapalı kapılar arkasında kendisinin emriyle yapılan bir toplantının tutanaklarını eline geçirip yayınlayan gazetecileri suçluyor: “-böyle basın batsın daha iyi!” diyebiliyor.
Siyasi tarih gazetelere hayat hakkı tanımayan lider ve gazete patronlarının acıklı sonlarını anlatan hikayelerle doludur.
DP devrini yaşadık.
Bir tekzip yayınlamamak suçundan Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne ilk girişimde epey sevinçliydim. Cezaevini tanıyacaktım ve deneyim sahibi olmak istiyordum. Sonra kısa ararlıklarla birkaç kez daha gittikçe anladım ki; yazmak, düşündüğünü söylemek, vatandaşları aydınlatmak zevklerin en büyüğüdür. Bu özgürlük elinizden alındığı an, gazetecinin hiçbir kıymeti kalmadığını öğrenmiştim.
Nereden bilebilirdim ki; aradan bunca yıl geçtikten sonra bir Başbakan çıkacak ve tüm Türk basınını hallaç pamuğu gibi atacak?
Neden bu sessizlik?
Yaşamında kalemden başka silah taşımamış düşünce adamların apar topar evlerinden alınıp Silivri’ye kapatılacağını, uluslararası operasyonla ordunun yetiştirdiği en kıymetli elemanların mahkum edileceğini? Nereden bilebilirdim ki; yargısız infaz yapılarak tutukluluk sürelerinin akıl almaz bir biçimde infaza dönüştürülebileceğini.
Ben o nedenle Milliyet olayına gazetecilik ilkeleri açısından bakıyorum. İktidarı hoş görecek makul bir neden bulamıyorum. Benim de gazetem olsa, muhabirim Türkiye’yi yerinden oynatacak bir haberi getirse tereddütsüz bir zamanlar beraber çalıştığım- Derya Sazak’ın yaptığını yapardım.
Rahmetli Menderes basından çok şikayet eder, gazetecileri mahkemelere verirdi ama Başbakan olduğu sürece ağzından çıkan “batsın bu basın” sözünü hiç duymadım. O hak etmediği bir sonla karşılaştı, iyi ki Akis’te onun idam ediliş resimlerini koymak yerine yırtıp atmışım. Şimdi eleştirdikleri İsmet Paşa o tarihi günlerde kapı, kapı MBK üyelerini dolaşıp aflarını istemişti.
Yeni İstanbul Gazetesi’nde Güneri Cıvaoğlu ile birlikte DP’lilerin insanlık haklarının geri verilmesi mücadelesini yaparken 27 Mayıs’ın yan kuvvetleri bizi tehdit ederken hiç kokmuyordum.
DP’liler siyasi haklarını kazandılar ve ben mutluluğun en büyüğünü tattım. O yayınlar tarihi bir gazetecilik sayılmıştı. ‘Yılın Gazetecisi’ seçilmiştim. Ama Güneri de ben de işsiz kalmıştık.
Basın özgürlüğü ortadan kaldırılınca ne demokrasi kalır, ne iktidar ne de Sayın Başbakan’ın yanında bir şeyler kapmak için çok gayret sarf eden yandaş basın.
Daha önemli olan nedir bilir misiniz?
Meclis’te bulunan gazeteci vekiller ve basın meslek örgütlerinin şu satırları yazdığım sıralarda hala sessiz kalmaları!