22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dengbej babam

Bayram Yurtçiçek

Bayram Yurtçiçek

Eski Yazar

A+ A-

Bir atasözü ya da deyiş vardı. Şimdi nerede okuduğumu tam olarak hatırlayamadım. Şöyle diyordu: Çocuk küçükken, "babam ne kadar çok şey biliyor" diye düşünür. Biraz büyüyünce "babam düşündüğüm kadar da bilgili değilmiş" diye düşünür. Yirmili yaşlarda, "babam pek bir şey bilmiyor" diye düşünmeye başlar. Kırklı yaşlarda ise yavaş yavaş şöyle düşünür: "Babam ne kadar çok şey biliyormuş". Kendimle ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki, bu süreci birebir yaşadım. Şimdi size ne kadar çok şey bilen babamı anlatacağım.
Babamın adı Abdülkerim. Diğer kardeşlerinin isimleri Mehmet, Hasan ve Hüseyin. Babamın adını Abdülkerim koymalarının nedenini tam olarak anlayamadım. Çünkü bizim sülale kendini Hüseyin torunu, peygamber soyundan, ehli-beyt mensubu, özet olarak seyit kabul eder. Seceremiz vardır, Hz. Hüseyin’den başlayan. Amcalarımın ismi bu tanıma uygun iken babamın ismi farklı konulmuş. Ama dört kardeş içinde Ehli-Beyt’i sahiplenen, seyitliği içselleştirmiş olan da babamdı. Alevi değildik. Ama Hz. Ali’nin soyundandık ve taraftarıydık. Bizim evde Hz. Hüseyin’i şehit eden Yezid lanetle anılırdı.
Canım babacığım, dengbejdi. Dengbej, Kürtler arasında sözlü ve yazılı edebiyatı, öyküleri olan şarkı ve türküleri okuyan, anlatan kişilere denir. Benim babam da bunların en yeteneklilerindendi. Şanssızlığı, daha ses kayıt cihazlarının yaygın olmadığı bir zamanda yaşamasıydı. "Cenbeli Beg’é Hekkaré", "Si ehmedé Silivi", "Zembilfroş" gibi bir öyküye dayanan türküleri okurdu. Sesi çok güzeldi. Çok güzel arbané çalardı.
Dengbejler zaman zaman yarışırlardı. Kürtçe halk türkülerine kılam denir. Biri bir türkü (kılam)okurdu, diğeri hemen başka bir türküyle (kılamla)cevap verirdi. Bu böylece bazen saatlerce sürerdi. Birinin sesi kısılınca ya da söyleyecek türküsü (kılamı)kalmayınca pes eder, böylece diğer dengbej yarışmayı kazanmış olurdu. Çocukken bizzat tanık olduğum bu tür birçok yarışmayı babam kazanmıştı. Türkü (kılam)dağarcığı çok zengindi. Ama hepsi Kürtçe. Çünkü askere gidinceye kadar Türkçe bilmiyormuş. Gerçi sonraları da Türkçesi pek zayıftı. Ama Türkçe bir türküyü ezberlemişti ve sık sık söylerdi. Askerde öğrenmişti: "Şafak söktü yine sunam uyanmaz, hasret çeken gönül derde dayanmaz".
Babamın okuma yazması yoktu. Ama müthiş bir hafızası vardı. Yanında konuşulan ve okunan her şeyi kelimesi kelimesine hafızasına nakşederdi. Medrese mezunu mellelerin okuduğu kitapları bir dinleyişte ezberlemişti. Mem-u Zin, Zaloğlu Rüstem, Hüseyni Kürd, Hz. Ali ile Battal Gazi Cenkerlerini kitapla bire bir anlatırdı. İlk başlarda şöyle düşünürdüm. Babam dinlediklerinden aklında kalanları kendi üslubunca düzenleyip anlatıyor. Fakat öğretmen olup Mem-u Zin’i kitaptan okumaya başlayınca hayretler içinde kaldım. Babam kitaptaki anlatımı aynen naklediyordu. Sonra Şehname'den Zaloğlu Rüstem'in hikayelerini, Hz. Ali’nin cenkleri ile Battal Gazi’yi okuyunca şunu anladım. Babamın çok güçlü bir hafızası var ve onu alabildiğine kullanıyor.
Bizim evimiz kışın, komşularımızın toplanıp hikâyeler dinledikleri bir mekâna dönüyordu. Uzun kış gecelerinde babamın her akşam bir bölümünü anlattığı uzun öyküler anlatırdı. Bir nevi arkası yarın gibi. Yemeğini yiyen komşular hemen bize koşarlardı. Babam konuşurken çıt çıkmazdı. Heyecandan herkes nefesini tutardı. Öyküyü anlatırken sanki yaşardı. Bu heyecanı dinleyenlere de geçerdi.
Babam bir emekçiydi. Diyarbakır Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü'nde işçi olarak çalışıyordu. Bizim köyden şehre göç eden ilk insandı. Önce Silvan'a, evlenince de Diyarbakır'a yerleşir. Diyarbakır'a 1950'de taşınır. Babam beni okutmak için her işte çalıştı. Çok genç yaşta, 48 yaşında kaybettik onu.
Bana her zaman okumanın faydalarını anlatırdı. Okuma yazma öğrenmemenin acısını ömrünün sonuna kadar yaşadı. Askerde ona okuma yazma öğretmek istemişler. Gavur yazısı diye öğrenmemiş. Falakaya çekmişler buna rağmen inat etmiş, öğrenmemiş. Sonra sivil hayatta okuma yazma bilmenin ne kadar önemli olduğunu anlamış ama iş işten geçmiş. Bana hep derdi: "Okuma yazmam olsaydı Silvan’a kaymakam olurdum". Okuyup öğretmen ve devrimci olmama neden olan babama şükranlarımı sunuyor, gıyabında o mübarek ellerinden öpüyorum.