23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Deniz Gezmiş metrosu

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Uçak Paris’e iner inmez havalimanından çıkıp hızla gara ulaştık. Gidecek çok yer vardı, vakit dardı. Gişeden hemen iki adet metro haritası alıp birini sakladım, daha sonra yazı için kullanılacaktı.
Yüz on dokuz yaşında Paris metrosu. Tanpınar’ın, 6 Nisan 1953’te, Adalet Cimcoz’a ilk kez gördüğü Paris’ten yazdığı mektup: “Metro korkunç̧ bir şey. Muazzam, imkânsız bir şey... Ve ne teşkilat. Metroyu kavrayan ve yolu şaşırmayan adam yarı Avrupalılaşmış demektir.” Ben Avrupalılaştım mı bilmiyorum ama hakikatten müthiş teşkilat şehirde metro.
Yer altını örümcek ağı gibi sarmış hatlarda ilk elden fark edemediğim, yolculuk ederken algıladığım bir şey vardı: Durak adları! Çoğu durağa, birilerinin adı verilmişti. Durakların, sokakların, okulların, kurumların insan adlarıyla anılması önemli!

Buyur bir durak: Jean Rostand. Fransalı biyolog. Şaka ediyorum, Fransalı değil, Fransız biyolog. Paris’te böyle yalaklıklarla uğraşmıyor kimse. Rostand’a gel: “Radyo belki bizi daha aptal yapmadı ama en azından aptallığı daha sesli bir hale getirdi.” Al cümleyi, günümüzün sosyal medyasına uyarla işte! Mösyönün onlarca kitabı var, birkaçı çevrildi dilimize.
Durağa gel: Garibaldi. Kim bilmez ki! Frenk tarihçi Jules Michelet’in, hayatını destan diye tanımladığı, Avrupa’nın tek kahramanı saydığı, İtalyan siyasetçi. John Berger şöyle der Garibaldi hakkında: “İtalya’nın b noktası Giordano Bruno, g noktası Garibaldi!”

Al sana durak: Marx Dormoy, sosyalist politikacı. Bu da: Louis Blanc. Blanc, şiddete dayalı devrime başvurmayan, seçimlere yaslanan, yasama organının bulunduğu sosyalizmden yana bir işçi önderi. En ünlü sözünü bileceksin: “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar.”

Sonra Robespierre de durak! Bu acayip adam ki “Cebimde halk düşmanlarının listesi var” diye meclise gelen; Paris’in ağzında çürük diş gibi duran, şimdi yarısı yanık Notre Dame’ı akıl tapınağına çeviren... Meşhur sözünü malum: “Kişinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.” Edip Cansever, anar bir şiirinde: “Her gün biraz daha yalnız Robespierre / Ve Fransa biraz uğultulu / Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay / Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği / Her yalnızlık biraz ihtilâl.” Unutma, Anatole France, Tanrılar Susamışlardı da Fransız devriminin şiddetçi yanını ele alır, içinde zırtapozluk bulunmayan, dilin ve kurgunun sınırlarını falan zorlamayan, buna gerek duymayan, roman gibi roman. “Devrim kendi çocuklarını yer” cümlesini bileceksin; kaynağı nedir sanırsın aylak okurum benim! Michelet’i andım, Fransız Devrimi tarihine merak duyanlar Michelet’in Fransız İhtilali Tarihi’ne bakıp Türk devrimini ve modernleşmesini incelerse müthiş olacaktır.

Paris Komünü’nden Louise Michel durağı bile var. Corentin Cariou durağı var sonra, o da komünist; Alman işgalinde Naziler tarafından rehin alınan. Bir adam daha var ki kaldığım otel, onun durağının civarındaydı: Gabriel Peri. Adında maviler, morlar uçuşan biri. Soyadının güzelliğine bak hele. Peri, Alman işgali sırasında Cahiers (defterler) adlı gizli bir gazete çıkarmış, işgalcilerce yakalanarak idam edilmiş. Kurşuna dizileceği gün, işgalcilere sığınması önerilir. Karşılığında yaşamını kurtarabilecektir ama inançlarından caymamak uğruna öneriyi geri çevirir. Bizim için tanıdık biri Peri, Nâzım’ın, Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ölümsüzleşmiştir: “Bu son gecesidir Gabriel Peri'nin. / Hücreye geldiler demin / Durdular altında elektrik ampulünün: / Parladı apoletleri ve kısa kesilmiş sarı saçları. / ‘- Öleceksin,’ -dediler- / 'İltica et, hayatın bağışlanır.' / Bunu çıplak bir kılıç gibi açık ve uzun söylediler. / Gabriel Peri dikkatli bir sabırla / Ve hafif tertip alaycı nezaketiyle dinledi. / '- Hayır,' -dedi. / Tırmanmak bir dağın yamacına / Ve ordan masmavi denizi görmek. / Hayatının amacına sadık kalıp ölmenin sükûneti.” Ne içten değil mi, yoksul çocukların her gün okula gidip dönerken Peri’nin önünden geçip adını ezberlemeleri...

Paris metrosunda durak bol canım benim! Romancı Alexandre Dumas var, efendime söyleyeyim Anatole France var, Victor Hugo var. Voltaire var. Şair diyeceksin, peki şair yok mu? Şairsiz metro mu olur, tabii var: Sana bir sır vereceğim, zaman sensin, diyen Aragon var. Unutmadan söyleyeyim Aragon’un çok önemli bir de romanı var, üç tane var da benim için en önemlisi Paris Köylüsü. Üst-gerçekçi bir metin ve Ayberk Eray gayet lezzetli bir dille çevirmiş, okunsun isterim.

Paris metrosunda daha kimler mi var? Ressam Picasso. Bilimci Pierre ve Marie Curie. Çevirmen Étienne Dolet. Daha çok aslında fakat yerim dar. Derdim şu: Bizim, “sadece biz hatırlarsak yaşatabileceğimiz” çok insanımız var. Müzeleri, heykelleri, enstitüleri geçtim de hatırlatacak duraklar, sokaklar, parklar yok. Tamam, Paris metrosundaki kadar durağımız da yok henüz ama bir şehri şehir yapan etkenlerden biri orada kültüre, tarihe, sanata verilen önem. Necip Fazıl, Adnan Kahveci, Turgut Özal, Mehmet Akif durakları görüyorum İstanbul’un ulaşım haritalarında, yeter mi! Asla. Itri durağı yok, Cemal Süreya yok, Mahir Çayan yok, Tevfik Fikret yok, Osman Hamdi, Hasan İzzettin Dinamo, Dağlarca durağı yok! Hepsini geçtim, bildiğim kadarıyla şehrimizde henüz bir Nâzım Hikmet İlkokulu bile yok... İstanbul’un çeşitli vapur, tren hatlarına verilecek isimleri hayal et ey okur! küçük İskender, Orhan Veli, Salâh Birsel, Sait Faik, Sunay Akın. Bir vapura Deniz Gezmiş adı verildiğini düşün mesela. Yazım size de küçük bir not olsa Sayın Ekrem İmamoğlu, bir düşünün! Neden olmasın? Olsa...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları