24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Denizlerden ve okyanuslardan uzak kalmanın laneti

Halil Özsaraç

Halil Özsaraç

Gazete Yazarı

A+ A-

Bir devletin gücü, egemen olduğu su kadardır. Suya çıkmadıysanız; karadaki kaynaklarınızı, suyun egemeninden koruyamazsınız; üretiminizin miktarını ve çeşidini, suyun egemeni kendine göre belirler; tüketim fazlası üretiminizi başkasının egemen olduğu sulardan taşıyamadığınız için zenginleşmek, tatlı bir rüya olur. Tarihte, malını, diğerlerinden daha çok miktarda ve daha uzak noktalara taşıyabilenler, uygarlıklarını kurmuşlardır. Dünya tarihi, suyun kaldırma kuvvetini kullanma hakkı için yapılan savaşlarla doludur. Gücünü denizlere borçlu olan bir uygarlık, denizcilik yarışını kaybettiği gün, elindeki ticaret yollarını da kaybeder ve denizcileşenin insafına kalır. Denize çıkmayan ise, net olarak köleleşir…

9.-15. yüzyıllar arasında, Hint Okyanusu’nda yalnız Arap denizciler vardı. “Dhow” tipi ticaret gemileri, Ekim’den Mart’a kadar kuzeydoğudan esen muson rüzgârlarını kullanarak Doğu Afrika kıyılarına gelirlerdi. Sonrasında, ticaretlerini tamamlayıp bu defa, Nisan’dan Eylül’e kadar tam tersi yönde esen muson rüzgârları ile geri dönerlerdi. Bu büyük çaplı ticaret, Hindistan ve Endonezya’dan gelen mallarla birleşerek İslam dünyasına, oradan da Akdeniz’e ulaşırdı. Doğu Afrika’da yaygın şekilde kullanılan, Arapça ve Bantuca karışımı “Svahili” dili, bu ticaretten günümüze kalan bir kültürdür.

TÜRK GİBİ GÜÇLÜ

İslam dünyasının Arap denizcileri ile Ortodoks dünyasının Doğu Roma denizcileri arasında iç hatlarda kaldığından gittikçe yoksullaşan Katolik dünyası, uygarlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu nedenle, tüm gücünü toplayarak ve hızla denizcileşerek Doğu’ya savaş açmıştı. 1096-1270 yılları arasında 8 Haçlı Seferi düzenlediği hâlde başarısız olan Katolikler, Hint Okyanusu ile Sahra Okyanusu (Çölü) üzerinden işleyen ticaret yollarının, savaşlarda İslam dünyasını diri tutan lojistik kanallar olduğunu anladı. Gerçekten de, güney ticaret yolları, İslam dünyasının elinde olduğu sürece 8 değil, 8 bin Haçlı Seferinin bile sonuç alması olanaksızdı. Bu nedenle, denizcilikte Araplara henüz yetişememekle beraber Ortodoksları geçen Katolikler, güney ticaret yollarını sonraya bırakıp zayıf halka olarak gördükleri Karadeniz ve Adalar (Ege) Denizi’nden geçen kuzey ticaret yollarına yöneldiler.

14. yüzyılın başında, Karadeniz ve Adalar (Ege) Denizi, bir Katolik Denizi’ne dönüşmüştü. Denizciliklerini yitirmiş Doğu Roma Devleti ile henüz denizcilikleri zayıf kalan Türk beylikleri, halklarının Katolik denizcilerce köle olarak yakalanıp götürülmelerini önleyemiyorlardı. Avrupa’da “Fort Comme un Turc”, yani “Türk gibi güçlü” deyimi, bu dönemde ortaya çıkmıştı. Anadolu’dan esir alınan Türk köleler, Batı Avrupa gemilerinde kürekçi olarak kullanılıyorlardı ve güçlü kürek çekmelerine duydukları hayranlıkla Avrupalılar, artık “çok güçlü”yü tanımlamak için “Türk gibi güçlü” demeye başlamışlardı.

TÜRKLERİ KÖLELİKTEN KURTARAN UMUR BEY

Gelecekte Afrika, Amerika ve Asya’yı sömürecek Batılılar, ilk denizden yağma stajlarını Anadolu ve Balkan kıyılarında yapmışlardı. Bu dönemde, Katoliklerce köleleştirilme korkusu, Yunanları Türklerle stratejik seviyede iş birliği yapmaya itmiş; Türkler ise kendilerini ve birlikte yaşadıkları Yunanları, ileriden savunmak için denize çıkmaya karar vermişlerdi. Anadolu kıyılarındaki beylikler, Umur Bey önderliğinde süratle denizcileşince Türkler, 14. yüzyılda topluca Batı Avrupalıların kölesi olmaktan son anda kurtulmuşlardı. İsmi çokça duyulan Umur Bey, esasında, Türkleri “köleleşmekten kurtaran” bir Türk denizcisidir, bana sorarsanız 14. yüzyılın “Atatürk”üdür…

Denizci teknolojisini, biraz kendi gayretleriyle biraz da Arap denizcilerden sızdırdıkları bilgilerle geliştirmeyi başaran Batı Avrupalılar, 15. yüzyıldan itibaren güney ticaret yollarını, herkesin çıkmaya korktuğu Atlas Okyanusu üzerinden (yani, arka kapıdan) zorlamaya başlamışlardı. Neticede, 16. yüzyılda Batılı denizciler, gerileyen Arap denizcilerin güney ticaret yolları kilidini kırarken dünyanın bilinmeyen kıyılarına ulaşmayı da başarmışlardı. Yeni keşfedilen kıtaların denizci olmayan halkları, Batı Avrupalı denizciler için kolay av olmuşlardı. Avrupa’nın yağmacı denizcileri, Amerika’da köleleştirdikleri yerlileri de altın/gümüş madenlerinde ve şeker tarlalarında insanlık dışı koşullarda çalıştırarak yok etmişlerdi. Amerika’nın zavallı yerli halkları, denizcileşme sayesinde kendilerini kurtarabilen Türkler kadar şanslı değillerdi. Çünkü, denizcileşmeyi denememişlerdi bile.

AFRİKA UCUZ KÖLE COĞRAFYASI

1532’de, Amerika’nın yerli köleleri tüketen Batılı denizciler, dünyanın bir başka denizcileşmemiş kıtası olan Afrika’yı köleleştirip Amerika’daki iş gücü açığını kapatmaya karar verdiler. Denizci olmayan Afrika’da iyi geçinemeyen kabileler, birbirleriyle savaşıp ve birbirlerini esir alıp Avrupalı denizcilere satmaya başladılar. Dünyanın en büyük 2’inci kıtası olan Afrika, ucuz köle için Avrupa’nın kışkırttığı bir melez savaşlar coğrafyasına dönüşmüştü. 19. yüzyılın başlarına kadar on milyonlarca Afrikalı köleleştirilip Amerika’ya taşınmıştı. Denizcileşmemek, Afrika’ya pahalıya mal olmuş; 300 yıl boyunca, yaşları 14-35 arasındaki en üretken nüfusunu kaybetmiş; ekonomik olarak geriledikçe gerilemişti.

KÖLE GEMİLERİNİN FİNANSE ETTİĞİ SANAYİ DEVRİMİ

Bu 300 yılda, 3-6 hafta süren okyanus geçişlerinde Afrikalılar, transatlantik köle gemilerinde, yarım metre yüksekliğinde, daracık raflarda zincirlenmiş hâlde, balık istifi yatmaya zorlandılar. İşkenceyi andıran bu kötü şartlarda okyanus ötesine taşınan Afrikalıların yüzde 15-30’u hastalık, kötü muamele ve bitkinlik nedeniyle yolda hayatlarını kaybettiler. Köle gemilerinden sağ indirilebilen Afrikalı kölelerin üçte biri ilk 3 yıl içinde öldüler ve çok azı 10 yıldan fazla hayatta kalabildiler. Ölüm nedenleri: Yetersiz beslenme ve aşırı çalıştırılmaydı…

Batılı tüccarlar, Avrupa, Afrika ve Amerika arasında bir ticaret üçgeni oluşturdular. Avrupa’dan Afrika’ya taşınan mamuller ile köle satın alındı; Amerika’ya taşınan köleler ile ham madde alındı; Amerika’dan alınan ham madde, Avrupa’da mamule dönüştürüldü. O dönemde, Batı’nın dünyayı yağmalamasını ve köleleştirilmesini önleyebilecek iki güç vardı: Biri “okyanusa çıkmayan” Osmanlı, diğeri ise “okyanusa çıkamayan” Rusya idi ve Karadeniz ile Adalar (Ege) Denizi gibi dünyanın en yarı-kapalı ve okyanuslardan en uzak denizlerinde, birbirlerine karşı “Pirus Zaferleri” kazanmakla meşguldüler…

Katil Batı, öldüresiye çalıştırdığı köle iş gücü üzerinden elde edilen kârlarla bankalar kurdu ve sanayi devrimini gerçekleştirdi. Batı, bugünkü zenginliğini, denizcileşmemiş dünyayı fiilen, sistematik olarak ve mega düzeyde köleleştirmesine borçludur.

ÖZGÜR KÖLELER

19. yüzyıla gelindiğinde, hızla sanayileşmiş kapitalist Batı’nın ham madde ve pazar gereksinimleri de aynı hızda artınca Batı, Afrikalıları kıtalarında tutmaya karar verdi ve aniden köle ticaretine yasak getirdi. Hatta, İngiltere’deki eski köleler, Afrika’da Sierra Leone’ye; Amerika’daki eski köleler ise Afrika’daki Liberya’ya zorla gönderilmeye çalışıldılar. 300 yıl boyunca Afrika’nın genç nüfusunu başka kıtaya taşıyarak tüketen Şeytan Batı, bir anda melek oluvermişti. En azılı köle tüccarıyken Batı’nın köle ticaretini yasaklaması, insani nedenlere dayanmıyordu, tamamen makineleşmenin bir sonucuydu. Artık Afrikalılar, kendi kıtalarında Batılılar için ucuz ham madde üreten ve yine Batılılardan pahalıya sanayi malı satın alan özgür kölelere dönüştürülmüşlerdi. Günümüzde bağımsızlığını kazandığı varsayılan Afrika, hâlâ denizcileşmeyi başaramadığı için, denizci Batı’nın kölesi olmaya devam ediyor. Afrika, denizcileşmediği sürece, melek görünümlü Batı’nın kalıcı kölesi olmaktan kurtulamaz.

Denizcilikte ilerlemekle birlikte, bulunması gereken noktaya henüz ulaşamayan Türkiye, Afrika gibi olmadığı için sevinmesin sakın. Çünkü, emperyalist Batı’nın denizlerdeki gücü devam ediyor… Türkiye; denizcileşebildiği ölçüde özgür, bağımsız ve güçlü olacaktır; denizden uzak kaldığı ölçüde de Batı’nın kölesi, Batı bağımlısı ve NATO’cu olacaktır… Ben şahsen, seçim hakkımı, eksikliğini duyduğum “Denizcileşme Devrimi”ni yapmaktan, yani özgürlük, bağımsızlık ve kendi gücümüzden yana kullanıyorum…

Türkiye